Monday, January 15, 2007

Sis ve güneş ve iyilik ve sağlık

Nasıl da sis var, ama diğer yandan da güneş. Bugün keyfim çok yerinde. Daha çok kadınlarda oluyor bu halet-i ruhiyenin havadan nem kapma halleri. Kimle konuşsam güneşsiz kış ayları depresyon zamanları, bahar yenilenme, yaz olgunlanma. "Olgunlanma" diye bir kelime yok ben de biliyorum da, birden olgunlaşmadan daha uygun geldi klavyeme. "Aydınlanma"daki haliyle kullanılmıştır burdaki artık ne çekimiyse o çekim.

Dün yazmadım, küstüm buraya. Üç gündür giriyorum, dank diye pop up sayfalar açılıyor. Kızdım bende, hatta kaldırmayı da düşündüm de, acele etme deyip vazgeçtim. -Gelgeç akıllı olmak ne berbat bir yük, Tanrım!- Neyse, iyi ki kaldırmamışım. Onun yerine sayfada şu anda şu kadar kişinin bulunduğunu göstermeye yarayan kodu kaldırdım. Tatam! Sorun çözüldü işte. N'apim, görmeyiverelim kaç kişi var imiş, değil mi ya?

Cuma ayrılırken helva melva demiştim. -Abartırım, evet. Ne berbat huy, Tanrım!- Evet üşüdüm ama ne tehlike yaşadım ne de bok attığıma değdi, harika bir haftasonu geçirdim. Kocamla da aramız düzeldi gibi. İyi geldi gezmek.

Şu berbat dediğim Claudette'li kitabı bitirdim dün gece. Aslında o da berbat değilmiş be, yazık etmişim Fransız mransız diyerekten. Tamam gereksiz gelen, açık saçık hatta sapıkça bulduğum bölümler vardı kitapta ama sebebi de var imiş. Böyle bir içdökme, böyle bir samimi olacağım ille de, bütün günahlarımı sereceğim ortaya halinin hangi itkiden kaynaklandığını anladıkça kadına acıyor insan. Bir kadının hayatını bir erkeğin imajına göre şekillendirmesindeki trajediyi -hele de o imajın yalan olduğunu çook geç fark ettikten sonra- kavrayınca, e bunu da içdökme şeklinde yaptığını anlayınca yazarın (Alain Bosquet) kitabı bitirirken "Fena da değilmiş yahu" demek zorunda kalıyorsunuz. Böyle bir hikaye derinlemesine "sezdirilecekse" ancak böyle bir yöntemle yapılabilirmiş, Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Yine de şu anki ruh halime daha bir elma şekeri kitaplar gerekiyor. Ne bileyim ben mesela Pancarın Dansı gibi, İnci Gibi Dişler gibi, aaah ah hatta hiç okumamış olsam da aynı keyifle okusam dediğim onca Ursula kitabı gibi.

Bu sabah serviste Yamyamın Kızı diye bir romana başladım bu ümitle. Aslında ümitsizlikle demeliyim çünkü evden çıkarken alelacele aldım yanıma, açıkçası yine bunlaım bir şeyler bekliyordum ve fekat güzel sürpriz hiiç de öyle çıkmadı. Açılış cümlesiyle ısındığım bir anlatıcının ağzından yer yer birinci, yer yer üçüncü tekil şahısla devam eden (ve bunun nedenini ana kahramanımızın hayalci dünyasıyla açıklayan) kitap, durduk yerde kocası ortadan kaybolan bir kadının heyecanlı serüveni çıktı. Çok ümitliyim. Bakalım, kaç günde bitecek? Kitaplarla ilgili bir paradoks var yazık ki. Sevdiğim bir kitap çok çabuk bitiyor, sevmediğim elimde günlerce sürünüyor. Tersi olsa keşke.

Bu sabahlık bu kadar Elmacığım (Bu arada şu yukarıda sözünü ettiğim kitapta yazmanın şizofreniyi bağışlatan tek eylem olduğu söyleniyordu, tam da benim elmalı turunculu bu halime uyuyor. İşte de için için gülüyorum. Şizo değilim ama var yine de bişeyler galiba) İşler var yapılacak, çaylar, sigaralar var içilecek. Hadi bana müsaade.

- Bugün kendin için ne yaptın ya Turuncu?
- Daha ne yapayım be Elmam? Sabah neşeli neşeli başladım güne. Kuyruğu dik tuttum. Aferin mi buraya kadar?
- Aferin.
- Dahasını duy öyleyse. Rejime başlıyoruz ve dahi spora. Dün akşam az yedim ve yarım saat bisiklete bindim.
- Vay vaay. E, hadi bakalım.
- Dahası sabah uyandığımda aklımdaki şarkı... Bak aşağıda.
- Ooo! Oluyor kız bu iş?
- E, olacak tabii, ne sandıydın?

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Yine düştük yollara- Bulutsuzluk Özlemi
Okuduğum kitap: Yamyamın Kızı- Rosa Montero- Can Yayınları
Kilo: 61.20

No comments: