Monday, April 30, 2007

Yaşasın 1 Mayıs


Hala inanıyorum: Dünyada inanılacak, uğruna ölünecek tek şey özgür insan aklıdır, cesaretimizdir, güzelliğimizdir. Eğilmeyen başımızdır. Sahip olduğumuz yegane şey budur ve diğer her şey zincirlerimizdir.

Hala inanıyorum: Bir gün sahip olmaktan kurtulacağız. Bize ait olan tek şeyin kendimiz olduğunu göreceğiz. İnsan gibi yaşamayı yeniden öğreneceğiz. O günü göreceklere bugündeki Elma kardeşlerinden selam olsun.

Friday, April 27, 2007

Nickel Song

http://www.radioblogclub.com denen yeri keşfedince nasıl mutlu oldum anlatamam. Bu keşfi canım kardeşime borçluyum ama onun benim de bir blog yazarı olduğumdan haberi yok. Çok ısrar etti ama söylemedim. "Yazsam oturur kitap yazarım be" dedim hatta. O da inandı. Vicdan azabı duyuyorum ama böylesi daha iyi. İstediğim gibi yazabilmek için tüm kimliklerden arınmalıyım ben. Aksi takdirde her nabza şerbet o Turuncu alıyor yazının dizginlerini eline, Elma hanım kaçıyor. Oysa yazar olan Elma, Turuncu bi halt olamaz zaten Elma olmasa.

(Bu arada güzel kardeşime not: Fıstığım, biliyorum burayı keşfetmen fazla uzun sürmeyecek ama senin yerinde olsam habersizmiş gibi davranırım. Evet, benim en iyi okuyucum sensin. Bu kez de öyle ol e mi?)

Radyoma yıllar sonra kavuşmamın şerefine (Bir zamanlar radyoculuk da yapmıştım ben, evet) siz sevgili dinleyici/okurcumlara ilk şarkım nasıl olsun diye düşün düşün, en son aklıma Nickel Song geldi. Melanie Safka adlı bu woodstock ruhunun temsilcisi güzel kadını bu çok güzel şarkıda dinliyoruz: Nickel Song!



Nickel Song'dan sonra "Burada neler var?" diye kurcalarken çok eğlenceli bir şarkı buldum. Adı "ma cariole et mon ane" imiş. Fransızca. Bir çocuk şarkısına benziyor. Söyleyen de bir çocuk sanki ama emin olamadım. Google'dan tarattığımda sadece Fransızca bir blog çıktı karşıma. Orada da bu şarkının adının altında bir Tenten afişi vardı, yazdıklarına tamamen fransızdım. Yani o blogun sahibi Fransız aslında ben değilim tabii de... Öf, yaa, neyse işte şarkı güzel. Fakat dil bilmemek kötü yahu. Umarım hayallerimi yıkacak şeyler söylenmiyordur şarkıda. Hayır, Bu "ma cariole"nin bildiğimiz karyola çıkma olasılığı ve hemen akabinde akla gelen bin çeşit olasılık... Neyse biz kalbimizi bozmayalım yine de. Dinleyelim.

Wednesday, April 11, 2007

Kalpli pastaymış! Yapma be baba!

Ben babamın en büyük kızıyım, üzerine en çok hayal kurduğu kızı olsam gerek ve ikimiz de birbirimizin ilk baba kız deneyimleri olduğumuzdan hayallerini döke saça büyümüş olsam gerek.

Elbette böyle olmuştur: Onun hayallerini yıkan benimdir. O benimkini yıkamaz çünkü normal olarak babalar çocuklarının geleceği üzerine hayal kurar, çocuklar babalarınınkini düşünmez bile. Düşünmemek de lazım zaten, büyük olasılıkla senden önce ölecek birinin geleceğini düşünmek üzücü bir şey.

- Ne var babamın geleceğinde ey kader? Umut edeceğim de.
- He, öyle mi? Aferin, ne güzel düşünmüşsün. Dur bakiim, oo, pek güzel ya, şahane manzaralı bir mezar görüyorum. Püfür püfür billa.
- Böhüüüü. Ölcek di mii? Sevmiycem ben ya, sevmiycem işte, çok üzülücem seversem.

Öleceğini bile bile birini sevmek zor. Bizim kalbimiz nasırlaşmaya ölümlü olduğumuzu fark edince başlıyor bence. Neyse, bunlar derin mevzular ben daha da derin bir yaramdan bahsediyordum, babamdan, değil mi?

Diyeceğim o ki, her hayırlı evlat gibi, ben de büyümek denen işi yapmakla meşgul bulunduğum sırada geleceğime ilişkin hayal kuran babamın hayallerini yıkmış, kalbini kırmış olabilirim fakat cancağızımın o güzel kalbini by-passlık eden ben değilim. İlle de suçlu aranıyorsa, işte kilosu, işte tansiyonu, buyurun efendim bu da şekeri. Ee, güzelcim, doğruya doğru. Zamanında yapacaktın o diyeti, zamanında bırakacaktın sigarayı, di mi?

"Yok benim kalbimde bişey," dedi, dedi, ısrarımıza dayanamayarak muayene oldu, eve anjiyoya gireceği müjdesiyle geldi ve sülale boyu talihsiz serüvenler dizimiz başladı.

Başladı çünkü biz -kızkardeşlerim ve ben- babamın hastalandığını hiç görmemiştik. Ailecek deneyimimiz annelerin hastalıklı, babaların sağlam tipler olduğuna yönelikti. Anneler hasta olur yatar, iyileşir kalkardı. Babalara bişeycik olmazdı ki. İşte o bişey olmayan adamda hele de kalp gibi mühim bir rahatsızlık çıkınca, bir görseniz üç kız bir ana, koskoca kadınlar yani, salya sümük hallere düştük. Babama bir şey çaktırmıyoruz güya ama arıyoruz, tarıyoruz, iyisine de ağlıyoruz, kötüsüne de ağlıyoruz. Hatta ortanca kardeşim youtube'dan kalp ameliyatlarını seyredecek kadar manyaklaştı bir ara. Seyretsin bir şey demiyorum ama bana da anlatıyor:

"Abla -fırk- var ya -hıçk- bööyle bi tel var şimdi- böhüüüü..."

Dövesim geliyor ama ağlamaktan dövemiyorum... O da ağlıyor, ufak kardeşim geliyor, ondan saklıyoruz ama en son ona da anlatılıyor, birbirimizi yatıştırmaya çalışıyoruz güya... Olmuyor işte, olmuyor. Bir yandan biliyoruz, abartıyoruz, millet nelerle uğraşıyor bizimkisi en fazla bir anjiyo. Biliyoruz bilmesine ama...

Aması şu: Ağladığımız anjiyo falan değil. Babamızın ölebileceği fikri kafamıza yeni dank etmiş, biz buna ağlıyoruz. Biz sanıyorduk ki, babam hep sağlıklı, orta yaşlı biri olarak bizimle yaşayacak, hep yanımızda olacak. Artık bizimle yaşıt olmadığını o teşhise kadar anlamamıştık ki biz.

Eee, onca ağlamaya, üzülmeye bir şanssızlık yaşayacağımız belliydi tabii. Anjiyo makinesinin babamın üzerinde arızalanmasıyla başlayan terslikler, by-pass'a karar verilmesi, ameliyat için beş kere hazırlanan babamın ancak altıncıda ameliyat olabilmesi, kaburgalara bağlanan tellerin atması, bir daha ameliyat olması vs. gibi şenlikli aktivitelerle tam beş ay sürdü. Babamla aynı zamanda ameliyata girip, hem de onun gibi tek değil dört damar değiştirtenler ayaklandı, hatta biri -yeni damarın performansını denemek amacıyla olduğunu düşünüyrum ben- hanımı aldatıp boşanma davalarına bile girdi, canım babam ise ancak dün A.'daki evimize dönebilecek kadar iyileşti.

Babamla itişe kakışa büyüdüğüm için en sevdiği kızı bensem de bunu bana sezdirmemek için elinden geleni yapar, inatlaşır benimle. Ben de onunla inatlaşırım normalde. Ama bu süreçte onu kaybetmekten ödüm patladığından mı artık büyüdüğümden mi ne, hayatım boyunca benden bekleyip de bulamadığı bütün yalakalıkları yaptım kendisine. Dibinden ayrılmadım, bütün tatillerimi yanında geçirdim, sırf sevinsin diye hastaneye çiğköfte sokmayı bile önerdim. Dün de yolculadık, gitti A.'ya. Ben işi gücü bırakıp onu götürmeyi de önermiştim ama o istemedi. Artık gönül rahatlığıyla babamı en mutlu eden insanın ben olduğumu düşünebilirdim. "Bu da nasıl güzel bir ruh haliymiş" falan diye duygulana duygulana aradım akşam. "Özledim seni" dedim. Ne dese beğenirsiniz? "Çok mutluyum, komşumuz kalpli pasta getirdi bana."

Bunu söyleyişinde öyle bir sevinç vardı ki, onca aydır yaptığım her şeyi toparladı, attı çöpe. Ama be baba, bir kusurum kalpli pasta mıydı yani? Söyleyeydin yapmaz mıydım ben de sana?

Ne yapalım, benim babam da böyle işte. İlle didişecek benimle. Ona hiç çekmediğimi de söyleyemez ama bundan böyle. Ne de olsa talihsiz serüvenler dizimiz sırasında pişmiş tavuk durumlarımın kimden intikal ettiğini anladık.

Talih-i makusumun müsebbibi pederimmiş ey şakacı kaderim, halimle eğlenen kahkahalarınıza arz ederim.

Wednesday, April 4, 2007

"Yok"luğun adı üzerinde, "var"lık iyidir.

Sabah servisle işyerine getirilirsin. Yol boyu neşeli neşeli muhabbet edersin birkaç yıldır sabah akşam gide gele neredeyse akraba olduğun servis arkadaşlarınla. Dilersen kitap okumaya, müzik dinlemeye de vakit çıkar. Ne araba kullanıcısı olarak trafik belası çekersin, ne de otobüs, gemi, minibüs peşinde koşarsın.


  • Servisten inince çalıştığın yere yine başka bir servis götürecektir seni ama yürümeyi tercih edersin. İki kilometrelik yolu hafif çiseleyen yağmur altında, toprak, ağaç, çimen, bahar kokularını içine çekerek yürürsün.


  • Kulağında Leonard Cohen yumuşakça söyler şarkısını, yağmur yağar. Uyanmak iyidir, yürümek iyidir, ayağına değen taş, yüzüne çarpmak için onca uzun yolu kat etmiş damlacıklar iyidir. Kırılmış bir ağaç dalı görürsün, yerine yepyeni birşeyler filizlenmeye başlamıştır çoktan . Ölüm yok bilirsin, ölümsüzlük iyidir. İşe gidiyor olmak, akşam eve dönecek olmak, oraya çöküvermek de iyidir, bir şey yapmadan nefes almaya devam etmek de. Hayat iyidir. Yokluk yoktur, varlık iyidir.