Bugün doğumgününü büyük şenliklerle kutladığımız Elektranım'dır bizim evin kısırcıbaşısı. Bu meret, öyle yapılması zor ahım şahım bir salata olmasa, üstelik tadını da çok sevsek bile, bizde öyle "Allaaah, bi kısır yapalım da yiyelim" halleri yoktur nedense. Kırk yılın başı Elektra'ya heves gelir yapar, biz de yeriz. Hal böyle olunca, ben ömrüm boyunca hiç kısır yapmadığımı az önce yaptığım şeyi bitirdiğimde fark ettim, iyi mi?
İki yıl önce eşimin işyerinin İstanbul'un taa öbür yanına taşınması, e haliyle eve geliş saatlerinin de iyice abarması en büyük keyiflerimizden birinin, yani beraber yediğimiz akşam yemeklerinin sonu oldu. Zavallı sevgilim onca geç saatte ağır bir yemek yiyemeyeceğinden ya işyerinde yedi geldi ya da meyveyle falan geçiştirdi.
Ben değişikliklere kolayca adapte olabilen biri değilim. Önceleri normal düzende sürdürdüm yemek yapmayı. Ama emeklerim tencere tencere çöpü boylayınca bıraktım ipin ucunu, geçiştirdim. Hafta sonu mutfağını da eşim sahipleniverince, neredeyse hiç yemek pişirmez oldum. Bilirsiniz, yemek yapmanın mühim bir kısmı el alışkanlığıdır. Öyle çok becerikli biri de olmadığımdan bir gıdımcık bilgim, pratikliğim zamanla kayboldu gitti.
Sonuçta oğlum yanımıza tekrar taşındığında pilav, çorba ve salatadan oluşan aptal bir mönüyü bile anca bir buçuk saatte hazırlayabilen, üstelik bu “stres” altında neredeyse gobline dönüşen bir anneyle karşılaştı. Açlık bir yandan, yorgunluk bir yandan, beceriksizleştiğini her geçen gün daha da fark etmek en öbür yandan bu akşamüstü goblinini oğlumun değil de Pamuk Prenses’in kötü kalpli üvey annesine çeviriyordu maalesef.
Zavallı oğlum anneannesinin evinde bir prensti oysa, hem yemek dakkasında hazır olurdu hem de gak dese pilav, guk dese köfte. En sevdiği yemekler yani. Bu goblin anne ise gaklar guklar arasında şımartılmış oğlunun bedensel olarak da fazlaca şımartılmış olduğunu düşündüğünden ıspanak başta olmak üzere çeşitli ot yemekleri hazırlamakta inat ediyordu. Haliyle bu otlar hemen yenmezse besin değerini kaybedecekti. Haliyle anne onları bir akşam önceden falan hazırlayamazdı. Haliyle annenin mutfağa girmesiyle yemeğin sofraya konması üç saati buluyordu. E haliyle, anne de, yavrucak (!) da akşam yemeği denen hadiseden giderek nefret ediyordu.
Pes eden anne oldu. Gözyaşlarına dayanamadı, dayadı oğulcuğunun önüne pilavı, eti. Sağlıklı yemek mi dedi vicdanı, dayadı ton balığını, salatayı. Oğul dört köşeydi artık ama anne baştan aşağı yenik. Becerememişti yine anneliği, adam gibi yemek bile yapamıyordu evladına işte.
Ne olduysa üç hafta önce oldu. Bir cumartesi sabahı annenin kafasında bir şimşek çaktı: “Ya Turuncu” dedi içinden gelen ses ona. “Hadi bir haftalık yemek yapalım, en şatafatlısından her biri de.”
“İyi de bozulmaz mı? Ya vitamin, mineral?” dedi Turuncu o sese.
“Ne olacak canım? Buzdolabı diye bir şey var, orada durur bir kısmı. Ispanağı falan da dipfrize atarsın, salatayı yapana dek pişer akşam geldiğinde.”
İşte üç haftadır hafta sonlarımı yemek yapmaya ayırışımın hikayesi budur dostlar. Ekşili köfteler mi dersiniz, zeytinyağlı ıspanaklar mı, börekler mi… Neler neler.
Oğlum çok memnun bu işten. Hatta eşim de daha erken geliyor sanki. Az yemek kaydıyla kuzu etli kuru fasulyenin, yeşil mercimek salatasının, böreklerin tadına bakıyor. Ben işten gelince yemeği ısıtıp yanına salata yapıyorum, oğulcuğumla en alasından ev yemeği yiyoruz artık.
Ha, derseniz ki “E, Turuncu, biz bunu hep yapıyoruz. Kırkına kadar anca mı akıl ettin sen yani?”
“Vallahi haklısınız,” derim size. “Amma velakin benim aklım bir garip çalışıyor. En olmayacak sorunlara çözüm bulmakta üstüne yok ama böyle ufak tefek kolaylıkları gözden kaçırıyor”
Yandaki resimde gördüğünüz "kısır olmayan kısır" bu haftamızın mönülerinden biriydi. Her şey aklıma enn sebzelisinden bulgur pilavı yapmak istediğimde oldu. Pilavlık bulgur yarım bardak kalmış. Aylar öncesinden kalan köftelik bulgur var. “Kısır yapayım o zaman” dedim. “Hem bir sürü yeşillik var.” İnternetten tarif araştırdım, yeşillikleri yıkadım, süzmeye bıraktım. Bulguru bir çıkardım ki, içinde kelebek gibi bir şey var. Markete gitmeye üşendiğimden ve de evdeki malzemeyi değerlendirmeye kafayı taktığımdan ne yaparım diyerek dolapları karıştırdım. Dipfrizde haşlanmış buğday buldum. Biraz kısır, biraz buğday salatası tarifini karıştırdım, güzel bir salata çıktı ortaya. Oğlum bunun “Ünlü aşçılara yapılmış bir haksızlık” olduğunu söylüyor, düşünün o kadar beğenmiş yani.
Yine de işte, bir kısır bile yapamadım ömr-ü hayatımda. İyi mi?
Buğdaylı kısır
Malzemeler
1 küçük soğan
3 yemek kaşığı zeytinyağı+ ayçiçek yağı
Yarım yemek kaşığı biber salçası
Çeyrek yemek kaşığı domates salçası
Yarım su bardağı pilavlık bulgur
Yarım su bardağı haşlanmış buğday
Çeyrek demet taze nane
Çeyrek demet maydonoz
4 taze soğan
Yarım domates
2 yeşil biber
Sosu için
3 diş sarımsak
1 limon
1 kaşık nar sirkesi
Yarım kaşık üzüm sirkesi
1 tatlı kaşığı nar ekşisi
Yarım çay kaşığı hardal
Baharatlar
Kimyon, pul biber, tatlı kırmızı biber, sumak, tuz
Yapılışı:
Soğanı küçücük doğrayıp yağda öldürüyoruz. Üzerine salçaları ekleyip biraz daha pişiriyoruz.
Yarım bardak bulguru 1 bardak sıcak suyla çok kısık ateşte, suyunu çekene kadar haşlıyoruz. Üzerine haşlanmış buğdayı ve soğan salça karışımını ekleyip karıştırıyor, soğumasını bekliyoruz.
Karışım soğuyunca incecik kıydığımız yeşillikleri, sosu ve baharatları ekleyip, ağzını kapatarak yarım saat buzdolabında dinlendiriyor, koyuca bir ayran eşliğinde afiyetle yiyoruz.
Ha, konunun Elektra ile ilgisi mi ne? Efenim, bugün kardeşcaazım çalışıyor, birbirimizi göremeyeceğiz ama ona söz, ilk gördüğümde bu salatayı tepeleme yapacağım kendisine.
Doğum günün kutlu olsun güzel kardeşim.