Tuesday, September 25, 2007

Elektra beni sobelemiş

Zaten "Ben de yazmaya başlayayım artık şuraya" diye düşünmüştüm. Daha bu sabah, uyanış kahvemi içerken hatta. Hiç olmazsa okuduğum kitapları falan, yazayım biraz.

Elektra'm güzel kuşum beni sobelemiş. Sevdiklerini anlat demiş. Peki.

Rahat bırakılmayı severim. Talepkar olmayan, ne yapacağımız, nereye gideceğimiz, ne yiyeceğimiz vs. konusundaki kararları verirken beni atlamayan hatta mümkünse son kararı bana bırakan insanları severim. Öyle severim ki, tüm karar verme hakkımı seve seve onlara devrederim sonunda. Aksi durumda tam bir başbelası olurum. Ama öyle radikal bir tavırla "Hadi len, git işine" diyemem, ufak ufak uzar, kurtulurum. Bu her türlü ilişkim için geçerlidir. Akraba, arkadaş, sevgili hatta evlat... Yani kimse bana baskıyla, kaprisle, taleple yaklaşmasın, kaçarım. Ha sevmeye devam ederim kendilerini, o ayrı. Ama uzaktan.

İşte bu yüzden ailemi çok severim. Anne babamı, kardeşlerimi, çatlak ve muhteşem sülalemi. Bu huyumu bilirler ve "Hayırrrr" deme zamanımın geçip "Tamam ya, istediğiniz gibi olsun" deme zamanımın gelmesini sabırla beklerler. Annem, babam ve biz üç kızdan oluşan "ilk" ailemi ve bizim evlenerek kurduğumuz ailelerin her ferdini merhametle, şefkatle, canımdan çok severim. Birine bir şey olacak diye ödüm kopar. Birbirimize kopmaz bağlarla bağlıyız. Birbirimize verdiğimiz adı konmamış hakkı; birbirimizi üzebilme ama sonuna dek bağışlanma hakkımızı severim.

Akrabalarımı nasıl insanlar olurlarsa olsunlar severim. Kimini uzaktan severim, kimini yakından. Hepsi hakkında ağır konuşabilirim ama sadece ben konuşabilirim. Benden başka kimsenin onlara değil dil uzatmasına, yan gözle bakmasına bile tahammül edemem. Buna evlenme yoluyla edindiğim eski, yeni tüm akrabalarım da dahildir. Biriyle akraba olmuşsan bu ömrünün sonuna dek süren bir bağdır çünkü, koparılamaz.

Oğlumu severim. Kıvırcık saçlarını okşamayı, bana sarılmasını(abartma eşşek sıpası), bana özel hala bebek kokusunu, yamuk serçe parmağını, sevecenliğini, hayalciliğini. O benim oğlum, sevmeyip de ne halt edebilirim ki zaten?

Pek sorumlu bir teyze sayılmam aslında, tıpkı pek sorumlu bir anne de olmadığım gibi ama hem akıllı, hem yakışıklı yeğenim Janjan'ı çok severim. Kulaklarını elf kulağı yaptığımda o şirin gülümsemesiyle bana baktığında öyle çok severim ki. Onun babasını da severim zaten. Valla bak.

Ve sevgilim... Onu sevmekten öte severim. Onca yıl sonra hala aşık kalabilmiş olmayı ona, inanılmaz bulurum. Eşim, kocam, kardeşim, arkadaşım, yol arkadaşım, yoldaşımdır. Kapkara gözlerine, çılgın neşesine, boyuna posuna, yakışıklılığına... herşeyine vurgunum. Akrabam olmayan bir insana da sonuna dek güvenebileceğime, evliliğin iyi bir şey de olabildiğine sayesinde kani oldum. Bir de kaprisini çekebildiğim tek insan odur, itirafım da budur. Ömrüm onunla tamamlansın dilerim.

Bütün bu temel sevgilerden sonra, bana özel sevdiklerime geçebilirim artık gönül rahatlığıyla.

- İşten eve dönmeyi severim. Oğlum boynuma sarılır, ben nefes nefese, yorgun, elinden kurtulmaya çalışırım. Abartırsa (bu abartma yanak mıncıklama şeklindedir ve annanesine bu yüzden estetik ameliyat borcu var)son kozlarımı oynar, kaçırırım yanımdan: "Aman da minik bebeğim, aman da şirin tavşanım. Gel bakiim şöyle kucağıma, bakayım büyümüş müsün, aa terlik yok ayağında, aaa fanila giymemişsin, dur havlu koyayım sırtına" İşte en büyük silahlarımdır bunlar ve yirmi yaşındaki sakallı tavşanımın son hızla odasına kaçması için gayet yeterli. (Hayır, kötü bi anne olduğum için yapmıyorum bunları. İşten öyle yorgun geliyorum ki, sadece yarım saatçik yalnız kalıp nefes almak istiyorum. Yarım saatçik, o kadar) Oğlum odasında Gollum gibi söylenirken ("Ttterlik de neymiş, fanila da neyyymişşş?") kahkahalarımı bastırır, gider bilgisayarımı açarım. O açıladursun, mutfağın haline bir göz atıp iç çeker, pijamalarımı giyerim. Eskimiş, bedenimin biçimini almış pijamaların tenime değdiği an "Yaşasın, evimdeyim" dediğim andır. Bir bira alır, iki üç sigara eşliğinde Warblade oynarım. Televizyon açıktır, haber başlıklarını dinler, küfrederim. Yarım saat sonra dinlenmiş, eve alışmış kalkar, sofrayı kurarım. Anne ve eş olurum. Ve gecemiz başlar.

- Ursula babannemi (K. Le Guin) severim. Çok uzun yaşasın da yazsın dileğim bencilliğimdendir.

- Akşam yemeğinden sonraki saatlerde ya da sessiz sakin pazar öğleden sonraları yatak odasına kaçıp yorganı üstüme çekerek kitap okumaya bayılırım. Tatlı bir yaramazlık yapan o eski küçük kız gibi hissederim kendimi, onu kimsenin bulamayacağı bi yere saklanmış.

- Motosikletle yolculuğu severim. Müthiş bir özgürlük duygusudur. Sanki her yere gidebilirsiniz gibi. Sanki sınırlar yokmuş gibi. Kuş olup uçacaksınız gibi.

- Suyu severim. Tadını, serinliğini, bardağa koyarkenki duruluğunu. Çok su içerim.

- Eşimin kurduğu rakı sofralarını severim. Eşimin yaptığı her yemeği severim aslında.

- Pazar günleri, hava soğuk, evimiz sıcakken, sabahtan akşama dek film izlemeyi, muhabbetimizin "Ne yapsak, ne yesek?" üzerine dönüşünü severim.

- Annem ve Elektra'yla yaptığımız mutfak muhabbetlerini severim. "Aaa, dur bak ne anlatıcam" dediğinde birimiz, iş "Dur şu kapıyı kapayayım"a döner, hadi çay, hadi kahve, "dur ben bi bira alıp geleyim"le tatlanır, ballanır.

- Tahanlı pideye bayılırım. Taze ekmek, kekikli zeytinyağı, ezine peynir, bol şekerli çay. Kahvaltı budur. İskender, profiterol, kıymalı pide, kokoreç, yoğurt, ayran, simit, annemin kağıtlı pastası en sevdiklerim. İğde, nar, incir, kızılcık var bir de.

- Haksızlığa karşı çıkanları severim. Cesareti, merhametle beraber servis edildiğinde severim. İspanya iç savaşında başka ülkelerden komünist ve anarşistleri oraya götüren nedeni severim. İnsanların kardeşliğine inanmayı severim.

- Cemal Süreya şiirlerini severim. Akıllı dizeleri severim.

- 23 Nisan'da dünyanın her yerinden gelen çocukları birarada görmeyi bir başka severim.

- Militarist falan tarafı neyse ne, marşları severim kardeşim. Grup Yorum'un marşlarını da, mehter marşlarını da. Gülbank çeken biri de, Enternasyonal de gözümü yaşartır. Başkaları daha iyi yaşasın diye ölmek, öleceğini bilerek savaşmak kahramanlıktan başka bir şeydir. Kahramanları sevmem, türküleri çok severim. Yalnız bizimkileri değil, hepsini.

- Serin ve temiz havayı içime çekmeyi severim. Kar ya da yağmur yağarsa uzun uzun, usul usul yağmasını, güneş açacaksa pırıl pırıl açmasını isterim. Bir iki de minik bulut varsa hele. Gökyüzüne bakmayı severim. Yıldızların yere yakın durduğu yerlerde hem minnacık, hem ölümlü, hem çok büyük, hem ölümsüz olduğumuzu anlayıp kemale ermişliğim vardır çok şükür.

- Yıkanmış balkon, taze beton, demli çay, pişen kek, taze nane, fesleğen, iğde, hanımeli, sardunya, ıtır, yanan çam kütüğü, oje, aseton, tiner, gazyağı sevdiğim kokulardır. Nivea kremle, Channel No.5 bir de. Bir de Hoby kremin kokusu beni çocukluğuma götürür, severim.

- Beklediğim ve çok istediğim şeylerin ben tam da onlardan ümidi kesmişken oluverecekleri bilmeyi severim. Tanrıyı çok severim, onun benimle ilgilendiğini bir kez daha bilirim böyle şeyler olduğunda. Şükretmeyi severim. İçim kocaman olur. Güzel bir şey gördüğümde şükrederim. Sevincim katlanır.

- Falım damla sakızı severim. İçinden çıkan şiirimsileri yazanları çok merak ediyorum. Ben de bir iki tane yazmak isterim.

- Kitapları severim. Okumak benim için el, göz alışkanlığı gibi. Zeki ve mizahi yönü gelişmiş yazarları, sade, duru bir yapıyı, minik öykülerden çıkıveren başyapıtları çok severim. Fantastik kurgular, çizgi romanlar da apayrı sevilir tarafımca.

- Yürümeyi severim. Eski zaman dervişleri gibi bir aba, bir asa yürüye yürüye yaşamayı nasıl da isterdim.

- Bazen bir imge elimi klavyeye götürür, bir solukta yazar bitiririm aklıma geleni. şiir, hikaye, deneme... Öyle yazdıklarımı dönüp dönüp okumayı severim. Onları benim yazmadığıma, birinin bana yazdırdığına inanırım. Böyle yazmak bir nevi şamanlık, medyumluk, dervişlik, sarhoşluk... yani esrik bir ruh halidir. O ruh halindeyken de kendimi çok severim.

İşte böyle. Uzun uzun yazdım Elektram güzel kardeşim, daha da uzun yazardım ama yetiversin şimdilik, olur mu? Gerçi sana "38 yıllık kardeşimsin, benim sana koyduğum adın suyu mu çıktı da böyle abidik gubidik isim tuttun kendine?" diyesim de var ama ben de olmuşum burda bir turuncu elma, tencere dibin kara, sanki seninki bembeyaz durumuna gireceğinden diyemiyorum. Onun yerine diyorum ki: Ebe kalmak istemiyorum, ben de seni sobeliyorum. Yaz bakalım sevmediklerini.

Ayrıca Peri, Dory sizi de sobeliyorum. Sevdiklerinizi değil, sevmediklerinizi yazın. Ha, daha önce yazdıysanız da link atın, ben de göreyim.

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Tatil/Demet Akalın
Dün bitirdiğim kitap: Elveda Tsugumi/Banana Yoshimoto

9 comments:

endiseliperi said...

ne güzel yazmışsın! ben sevdiğim şeyleri böyle yazamıyorum. sevdiğim şeylerin ne olduğu konusunda da genellikle şüphe içindeyim. dediğim anda endişeler içinde kıvranır dururum. gerçekten mi seviyorum, ama gerçekten seviyor muyum, diye. sırala desen, o ayrı bir kaygı. zaten sitenin ilk yazısı da bununla ilgiliydi. arçil'i çok seviyorum. tek vasiyetim de bora ile gömülmekti. gerçi sonra ondan ayrılmış ve ona seninle gömülmek istemiyorum, demiştim de, donakalmıştı, en çok buna içerlemişti. eskiden bir de sigarayı çok severdim ve bırakalı da 3 yıl olmuştu ama şimdi sana yazarken ne yapıyorum sence? sigara içiyorum. bunu yapmamalıyım ama işte sevdiklerim, sevmediklerim konusunda her şeyde olduğu gibi karmakarışık aklım sevgili turuncuelma.

yazını okurken çok ama çok keyif aldım ve işte seni sanki tümden tanıyorum artık.

sevgiler.

Turuncu Elma said...

Peri:)

Tamam o zaman seni de Elektra gibi sobeledim, sen de yaz sevmediklerini. Hem daha iyi olur o liste. Gün gelir "Ben artık bunları da sevmiyorum ya," deyip içleneceğine, "Aaa, bu da sevilmezmiymiş canım, hahayt" der sevinirsin.

Peşin peşin yazamam demişsin gerçi ama isteyenin bir yüzüyle: Sobeee! İşte, dedim bile.

EKMEKÇİKIZ said...

Sevgili T.elma,
Şu, aklına geliveren imge üzerine yazdıktan sonra onu okurken hissettiğin, belki biraz insanın yavrusunu doğduktan sonra ilk gördüğü andaki gibi bir duygu mu?
O da içten gelen yaratımın sonucu ya...

Ne kadar ışıltılı, tanımı bol, canlı yazmışsın, sevdiklerini anlatırken.
İmrendim.:))

Turuncu Elma said...

Ekmekçi kız:)

Hayır, yazdıktan sonra hissettiğim doğurduktan sonra hissetiğim gibi değil. Yazdıktan sonra doymuş hissediyorum kendimi, doğurduktan sonra -anımsıyorum hala- çok açtım. Yazmak çok daha ruhani, sanki seni başka bir yere, başka bir dünyaya bağlar gibi. Doğurmak tüm köklerinle bu dünyaya tutunmak oysa. "Ben ölmeyeceğim, burada yaşayacağım, genlerim yaşayacak, bu çocuk benimdir, ah ne de güzel bu yüzden" diyorsun birinde; diğerinde "Bana bunu yazdıran sağ olsun, benim değildir ve o yüzden güzeldir" Ne biri ne öteki daha üstün diğerinden. Yin ve Yang gibi. İç var, iç var yani sonuçta ve hepsi iç, hepsi dış. Yok, aslında dış yok, hepsi iç:=)Yok, dış... Amaan, neyse ne be:)

Sevdiğim şeyler azalıyor giderek, kala kala bunlar kaldı bana. Belki bu yüzden öyle anlatmışımdır. Hani bir gün onlar da giderse suretleri kalsın diye bende. Suratsız yaşlılara döneceğimden eminim de. Bunları okuyup "salak, salak" diyeceğim kendime ama gülümseyerek.

elektra said...

turuncum elmam, senin yazdığın her şeyi okumayı severim.
senin ' amaaaan, peki, ne istiyorsanız öyle olsun' anına gelene kadar geçeceğin seviyeleri önceden kestirip bekleyip o ana geldiğinde ' canım ablaaaaaam ' diyip sana sarılmayı, senin de ' dur be aaaaa, sırnaşma tamam' demeni çok severim.bir tek senin evine geldiğimde gevşeyebilmeyi severim.
seni çok severim:)



sobeme sobe haaa:) tamam bakalım...

YILDIZNAF said...

Sule ve Ozan'in evinde basima yedigim kalemi sen atmissin anladim Turuncu Elma ! Kacma...

Turuncu Elma said...

Yildiznaf:)

Neden kaçayım ki yahu? Hatta tersine, yüzsüzlükte sınır tanımayıp, saçlarına takılı kalan kalemimi istemeye geldim kapına. Hani doğurmuşsa arada yavrusunu da isterim, o derece yüzsüzüm yani.

YILDIZNAF said...

Saka bir yana yazdiginiz herseye ben de imza atabilirim Turuncu Elma. Su 23 Nisan Sahnesi'nden tutun da, haksizliga karsi merhametli cesarete kadar hepsi...Elinize yureginize saglik...

Turuncu Elma said...

ElekliTram'm, canım kardeşim:)

Peri'ye, ekmekçikız'a, yıldıznaf'a yanıt yazmışım da, sana yazmayıvermişim, yeni fark ettim.

Bu biraz misafirlere kahve tutup aileden olanlara telve yalatmak gibi olmuş; hani hep yapar ya bunu bizim muhteşem manyak sülalemizin kadınları.

Senin bana geldiğin, benim sana geldiğim günler bayram günlerinden de güzeldir, bilirsin di mi? Üç kuruş sekreterlik maaşını biriktirip tatile çıkaranın beni sen olduğunu ne zaman anımsasam içime bir saadet dolar. Öğrenci harçlığından biriktirip aldığın yeşil fitilli kadife pantolonun artık parçası bile kalmamıştır herhal çöplükte ama kalbimde sapasağlam durur.

Benim sana sunduğum telve içtiğin tüm kahvelerden hastır be güzel kardeşim. Seni ben en çok severim.