Ben babamın en büyük kızıyım, üzerine en çok hayal kurduğu kızı olsam gerek ve ikimiz de birbirimizin ilk baba kız deneyimleri olduğumuzdan hayallerini döke saça büyümüş olsam gerek.
Elbette böyle olmuştur: Onun hayallerini yıkan benimdir. O benimkini yıkamaz çünkü normal olarak babalar çocuklarının geleceği üzerine hayal kurar, çocuklar babalarınınkini düşünmez bile. Düşünmemek de lazım zaten, büyük olasılıkla senden önce ölecek birinin geleceğini düşünmek üzücü bir şey.
- Ne var babamın geleceğinde ey kader? Umut edeceğim de.
- He, öyle mi? Aferin, ne güzel düşünmüşsün. Dur bakiim, oo, pek güzel ya, şahane manzaralı bir mezar görüyorum. Püfür püfür billa.
- Böhüüüü. Ölcek di mii? Sevmiycem ben ya, sevmiycem işte, çok üzülücem seversem.
Öleceğini bile bile birini sevmek zor. Bizim kalbimiz nasırlaşmaya ölümlü olduğumuzu fark edince başlıyor bence. Neyse, bunlar derin mevzular ben daha da derin bir yaramdan bahsediyordum, babamdan, değil mi?
Diyeceğim o ki, her hayırlı evlat gibi, ben de büyümek denen işi yapmakla meşgul bulunduğum sırada geleceğime ilişkin hayal kuran babamın hayallerini yıkmış, kalbini kırmış olabilirim fakat cancağızımın o güzel kalbini by-passlık eden ben değilim. İlle de suçlu aranıyorsa, işte kilosu, işte tansiyonu, buyurun efendim bu da şekeri. Ee, güzelcim, doğruya doğru. Zamanında yapacaktın o diyeti, zamanında bırakacaktın sigarayı, di mi?
"Yok benim kalbimde bişey," dedi, dedi, ısrarımıza dayanamayarak muayene oldu, eve anjiyoya gireceği müjdesiyle geldi ve sülale boyu talihsiz serüvenler dizimiz başladı.
Başladı çünkü biz -kızkardeşlerim ve ben- babamın hastalandığını hiç görmemiştik. Ailecek deneyimimiz annelerin hastalıklı, babaların sağlam tipler olduğuna yönelikti. Anneler hasta olur yatar, iyileşir kalkardı. Babalara bişeycik olmazdı ki. İşte o bişey olmayan adamda hele de kalp gibi mühim bir rahatsızlık çıkınca, bir görseniz üç kız bir ana, koskoca kadınlar yani, salya sümük hallere düştük. Babama bir şey çaktırmıyoruz güya ama arıyoruz, tarıyoruz, iyisine de ağlıyoruz, kötüsüne de ağlıyoruz. Hatta ortanca kardeşim youtube'dan kalp ameliyatlarını seyredecek kadar manyaklaştı bir ara. Seyretsin bir şey demiyorum ama bana da anlatıyor:
"Abla -fırk- var ya -hıçk- bööyle bi tel var şimdi- böhüüüü..."
Dövesim geliyor ama ağlamaktan dövemiyorum... O da ağlıyor, ufak kardeşim geliyor, ondan saklıyoruz ama en son ona da anlatılıyor, birbirimizi yatıştırmaya çalışıyoruz güya... Olmuyor işte, olmuyor. Bir yandan biliyoruz, abartıyoruz, millet nelerle uğraşıyor bizimkisi en fazla bir anjiyo. Biliyoruz bilmesine ama...
Aması şu: Ağladığımız anjiyo falan değil. Babamızın ölebileceği fikri kafamıza yeni dank etmiş, biz buna ağlıyoruz. Biz sanıyorduk ki, babam hep sağlıklı, orta yaşlı biri olarak bizimle yaşayacak, hep yanımızda olacak. Artık bizimle yaşıt olmadığını o teşhise kadar anlamamıştık ki biz.
Eee, onca ağlamaya, üzülmeye bir şanssızlık yaşayacağımız belliydi tabii. Anjiyo makinesinin babamın üzerinde arızalanmasıyla başlayan terslikler, by-pass'a karar verilmesi, ameliyat için beş kere hazırlanan babamın ancak altıncıda ameliyat olabilmesi, kaburgalara bağlanan tellerin atması, bir daha ameliyat olması vs. gibi şenlikli aktivitelerle tam beş ay sürdü. Babamla aynı zamanda ameliyata girip, hem de onun gibi tek değil dört damar değiştirtenler ayaklandı, hatta biri -yeni damarın performansını denemek amacıyla olduğunu düşünüyrum ben- hanımı aldatıp boşanma davalarına bile girdi, canım babam ise ancak dün A.'daki evimize dönebilecek kadar iyileşti.
Babamla itişe kakışa büyüdüğüm için en sevdiği kızı bensem de bunu bana sezdirmemek için elinden geleni yapar, inatlaşır benimle. Ben de onunla inatlaşırım normalde. Ama bu süreçte onu kaybetmekten ödüm patladığından mı artık büyüdüğümden mi ne, hayatım boyunca benden bekleyip de bulamadığı bütün yalakalıkları yaptım kendisine. Dibinden ayrılmadım, bütün tatillerimi yanında geçirdim, sırf sevinsin diye hastaneye çiğköfte sokmayı bile önerdim. Dün de yolculadık, gitti A.'ya. Ben işi gücü bırakıp onu götürmeyi de önermiştim ama o istemedi. Artık gönül rahatlığıyla babamı en mutlu eden insanın ben olduğumu düşünebilirdim. "Bu da nasıl güzel bir ruh haliymiş" falan diye duygulana duygulana aradım akşam. "Özledim seni" dedim. Ne dese beğenirsiniz? "Çok mutluyum, komşumuz kalpli pasta getirdi bana."
Bunu söyleyişinde öyle bir sevinç vardı ki, onca aydır yaptığım her şeyi toparladı, attı çöpe. Ama be baba, bir kusurum kalpli pasta mıydı yani? Söyleyeydin yapmaz mıydım ben de sana?
Ne yapalım, benim babam da böyle işte. İlle didişecek benimle. Ona hiç çekmediğimi de söyleyemez ama bundan böyle. Ne de olsa talihsiz serüvenler dizimiz sırasında pişmiş tavuk durumlarımın kimden intikal ettiğini anladık.
Talih-i makusumun müsebbibi pederimmiş ey şakacı kaderim, halimle eğlenen kahkahalarınıza arz ederim.