Thursday, September 27, 2007

Büyük konuşmamak üzerine

"Hiç bi şey öğrenmemiş olabilirim hayattan ama şunu ezbere öğrendim artık, asla büyük konuşmayacağım," diye keyifli keyifli düşünmüştüm geçenlerde. Sabahın çok erken saatlerinde, servise yetişme telaşesinde, ayakkabılarımı bağlıyordum bunu düşünürken. Ah, kendini beğenmiş salak Elma, seni bunu düşünürken nasıl da gayet net hatırlıyorum.

Amanın sen misin "Asla"diyen? "Duur sen," dedi benim şakacı hayatım. "Asla dedin ha? Öğrendin demek, ha? Eh, sınanma zamanın gelmiş besbelli, geç bakiim şu tarafa"

Ve Kunteper hayatıma laf edip çağıran ben, dün ne yaptım? Elektra'yı hoşnut edeceğim diye, buraya "Kararları bana bırakan insanları severim"le başlayan bir sevdiklerim listesi yazdım, baş köşesine de sevdiceğimi oturttum. Hayat beni oradan tutup tam onikiden yine vurdu. Artık biz mutlu yuvamızda dört kişiyiz: Kocam, ben, oğlum ve kocamın bana sormadan hayatımıza dahil ettiği, sırtıyla boynu arasını mesken tutmuş eşşek kadar bir sürüngen!

Kocam dövme yaptırmış kendine a dostlar! Hem de ne bileyim ben, bacağına, koluna, yani kendisinin görebileceği yerlere değil, dün ona yaptıklarımdan sonra normalde en fazla görmem gereken yer olan sırtına.

Dövme konusunda pek emin bir insan değilim. Değiştirilemez şeyleri sevmem. Yok, öyle zırt sıkılmak, pırt değiştirmek falan hiiç işime gelmez, tembelin tekiyim. Hayatın değiştirilebilme ihtimaline kafayı takmış ama "Aman istediğim zaman değiştiririm nasılsa, şimdilik ellemeyeyim" diyen biriyim ben. Bir umutsuzluk hissiyatıdır mümkün olmayışların bana hissettirdiği ve -ne yaman çelişkidir ki- sadece bu hissiyat beni değiştirme konusunda enerjik kılar.

Sanırım bu yüzden çok kötü oldum dövmeyi görünce. Hani var ya, canımın öpmeye kıyamadığım tenine bir zarar gelmeyeceğine şu kadarcık kesse aklım, alacağım elime bir bıçak, dakkada kazıyıp çıkaracağım o sürüngeni hayatımızdan. Bunu yapamayacağım dank ettikçe kafama daha da kötü oldum.

Hayır, "Çok çirkin" de diyemiyorum ki! Hem çirkin değil, hem de sevgilim o şeyi ömür boyu derisinde taşıyacak artık, onun bir parçası şimdi o yaratık. "Çirkin" dersem kendini çirkin hissedecek o bakmalara doyamadığım, yakışıklı adam.

Sevgilime duyduğum kızgınlıkla sevgim arasında ne halt edeceğini bilemeyen, giderek çirkinleşen ben oldum velhasıl.

Canı da acımış yaptırırken. Bir yanım ne yapsam ne etsem de acısını hafifletsem diye düşünüyor, boynuna sarılıp "Üzülme, geçecek" demek istiyor, diğer yanım sürüngeni gördükçe nevri dönüp"Beter ol!"

Tabii yine kıyamıyorum, temizliyor, merhem sürüyorum. Kime, neden kızayım, nasıl kızayım bilemiyorum. Öyle karmaşık bir ruh hali yaşadığım. O dövmeyi yapanı bir elime geçirsem asıl ben onu öyle bir döveceğim ki, cümle alem alamayacak elimden.

Canım kocam ise hem yapmış yapacağını, hem de çocuk gibi, benden beğenme, hadi olmadı bağışlama, kabullenme bekliyor. O bekledikçe ben nemrutlaşıyorum. "Git, kan testi yaptır üç gün sonra" diyecek kadar iğrençleşiyorum.

Halbuki dese bana, "Uzatma artık. Deri benim, keyif benim, sana ne oluyor?" dese, anında kapayacağım çenemi. İçime çekilip, nasıl da haksızlığa uğradığımı, nasıl da sevilmediğimi düşünüp somurtacağım, soğutacağım kızgınlığımı bir süre sonra. Biraz soğukluk girecek aramıza, sonra onu da evliliğin tüm bireysel başkaldırışları hak edecek kadar sıkıcı bir sistem olduğuna yazacak, hatta daha daha sonra hafiften gururlanacağım aşkımızı evliliğimize boyun eğdirmeyen sevdiceğimle. Ama öyle de yapmıyor. "Beni beğenmeyecek misin artık?" diyor, "Beni sevmemen artık, öyle kötü ki!" Böyle şeyler söylüyor. Beni delirtiyor.

"Kolunu da kesmiş olsan severim seni" diyorum. "Ama neden bana sormadın? Neden benimle gitmedin o dövmeciye? Beraber seçerdik sana dövecekleri şeyi."

Bu işte, talep ettiğim yalnızca bu sevgilimden. Büyük ihtimal beraber gitmiş olsaydık o dövmeciye, ben de şimdi çirkin bulduğum o sürüngeni seçerdim sırf sevgilim onu beğendi diye. Derisi bana değil, ona ait; bedeni ve hayatı üstünde söz söyleme hakkı bana değil, ona ait diye. Kızgınlığım karar hakkını ona bırakmama izin vermeyişinden, beni yaramazlığını paylaşan sevgilisi değil, yaramazlık yapan çocuğunu bağışlayan annesi yerine koyuşundan. Bana biçtiği bu rol gücüme gidiyor işte.

Ömür boyu o sürüngenin bi tarafını öpmek zorunda kalacağım düşüncesi de ayrıca gücüme gidiyor, orası başka.

Yine de bağışlama bende gani. Erkek bir katolik olsaydım kesin şu günah çıkaran papazlardan olurdum: "Öldürdün mü? Acı mı çekiyorsun? Ah yazııık, sen de haklısın, üzülme artık. Ne? Yine mi öldürdün? Daha da mı fazla acı çekiyorsun? Yazııık, üzülme artık" Böyle giderdi muhabbet Karındeşen Jack'le aramızda.

Karındeşen Jack denen itoğluittten bütün katillerden nefret ettiğim kadar nefret ederim oysa. Ve sevgilimi dünyadaki herşeyden çok severim. Bu yüzden, bugün telefon edip dedim ki ona: "Sevgilim, bakma bana. Dövmen çok güzel olmuş, çok sevdim onu da."

Ona ait olan sevmediğim ne var ki zaten? Gelin ulen dünyanın tüm sürüngenleri, mesken tutun sevgilimin derisini isterseniz ve görün bu Elma korkacak mı bakalım birinizden?

Bu sabah uyandığımda aklımda olan şarkı: Sana Dair/Kumdan Kaleler
Bugün yarım yamalak okuduğum kitap: Ejderha Mızrağı/Başlangıçlar 1. Kitap: Karanlık ve Işık/ Paul B. Thompson & Tonya R. Carter

Tuesday, September 25, 2007

Elektra beni sobelemiş

Zaten "Ben de yazmaya başlayayım artık şuraya" diye düşünmüştüm. Daha bu sabah, uyanış kahvemi içerken hatta. Hiç olmazsa okuduğum kitapları falan, yazayım biraz.

Elektra'm güzel kuşum beni sobelemiş. Sevdiklerini anlat demiş. Peki.

Rahat bırakılmayı severim. Talepkar olmayan, ne yapacağımız, nereye gideceğimiz, ne yiyeceğimiz vs. konusundaki kararları verirken beni atlamayan hatta mümkünse son kararı bana bırakan insanları severim. Öyle severim ki, tüm karar verme hakkımı seve seve onlara devrederim sonunda. Aksi durumda tam bir başbelası olurum. Ama öyle radikal bir tavırla "Hadi len, git işine" diyemem, ufak ufak uzar, kurtulurum. Bu her türlü ilişkim için geçerlidir. Akraba, arkadaş, sevgili hatta evlat... Yani kimse bana baskıyla, kaprisle, taleple yaklaşmasın, kaçarım. Ha sevmeye devam ederim kendilerini, o ayrı. Ama uzaktan.

İşte bu yüzden ailemi çok severim. Anne babamı, kardeşlerimi, çatlak ve muhteşem sülalemi. Bu huyumu bilirler ve "Hayırrrr" deme zamanımın geçip "Tamam ya, istediğiniz gibi olsun" deme zamanımın gelmesini sabırla beklerler. Annem, babam ve biz üç kızdan oluşan "ilk" ailemi ve bizim evlenerek kurduğumuz ailelerin her ferdini merhametle, şefkatle, canımdan çok severim. Birine bir şey olacak diye ödüm kopar. Birbirimize kopmaz bağlarla bağlıyız. Birbirimize verdiğimiz adı konmamış hakkı; birbirimizi üzebilme ama sonuna dek bağışlanma hakkımızı severim.

Akrabalarımı nasıl insanlar olurlarsa olsunlar severim. Kimini uzaktan severim, kimini yakından. Hepsi hakkında ağır konuşabilirim ama sadece ben konuşabilirim. Benden başka kimsenin onlara değil dil uzatmasına, yan gözle bakmasına bile tahammül edemem. Buna evlenme yoluyla edindiğim eski, yeni tüm akrabalarım da dahildir. Biriyle akraba olmuşsan bu ömrünün sonuna dek süren bir bağdır çünkü, koparılamaz.

Oğlumu severim. Kıvırcık saçlarını okşamayı, bana sarılmasını(abartma eşşek sıpası), bana özel hala bebek kokusunu, yamuk serçe parmağını, sevecenliğini, hayalciliğini. O benim oğlum, sevmeyip de ne halt edebilirim ki zaten?

Pek sorumlu bir teyze sayılmam aslında, tıpkı pek sorumlu bir anne de olmadığım gibi ama hem akıllı, hem yakışıklı yeğenim Janjan'ı çok severim. Kulaklarını elf kulağı yaptığımda o şirin gülümsemesiyle bana baktığında öyle çok severim ki. Onun babasını da severim zaten. Valla bak.

Ve sevgilim... Onu sevmekten öte severim. Onca yıl sonra hala aşık kalabilmiş olmayı ona, inanılmaz bulurum. Eşim, kocam, kardeşim, arkadaşım, yol arkadaşım, yoldaşımdır. Kapkara gözlerine, çılgın neşesine, boyuna posuna, yakışıklılığına... herşeyine vurgunum. Akrabam olmayan bir insana da sonuna dek güvenebileceğime, evliliğin iyi bir şey de olabildiğine sayesinde kani oldum. Bir de kaprisini çekebildiğim tek insan odur, itirafım da budur. Ömrüm onunla tamamlansın dilerim.

Bütün bu temel sevgilerden sonra, bana özel sevdiklerime geçebilirim artık gönül rahatlığıyla.

- İşten eve dönmeyi severim. Oğlum boynuma sarılır, ben nefes nefese, yorgun, elinden kurtulmaya çalışırım. Abartırsa (bu abartma yanak mıncıklama şeklindedir ve annanesine bu yüzden estetik ameliyat borcu var)son kozlarımı oynar, kaçırırım yanımdan: "Aman da minik bebeğim, aman da şirin tavşanım. Gel bakiim şöyle kucağıma, bakayım büyümüş müsün, aa terlik yok ayağında, aaa fanila giymemişsin, dur havlu koyayım sırtına" İşte en büyük silahlarımdır bunlar ve yirmi yaşındaki sakallı tavşanımın son hızla odasına kaçması için gayet yeterli. (Hayır, kötü bi anne olduğum için yapmıyorum bunları. İşten öyle yorgun geliyorum ki, sadece yarım saatçik yalnız kalıp nefes almak istiyorum. Yarım saatçik, o kadar) Oğlum odasında Gollum gibi söylenirken ("Ttterlik de neymiş, fanila da neyyymişşş?") kahkahalarımı bastırır, gider bilgisayarımı açarım. O açıladursun, mutfağın haline bir göz atıp iç çeker, pijamalarımı giyerim. Eskimiş, bedenimin biçimini almış pijamaların tenime değdiği an "Yaşasın, evimdeyim" dediğim andır. Bir bira alır, iki üç sigara eşliğinde Warblade oynarım. Televizyon açıktır, haber başlıklarını dinler, küfrederim. Yarım saat sonra dinlenmiş, eve alışmış kalkar, sofrayı kurarım. Anne ve eş olurum. Ve gecemiz başlar.

- Ursula babannemi (K. Le Guin) severim. Çok uzun yaşasın da yazsın dileğim bencilliğimdendir.

- Akşam yemeğinden sonraki saatlerde ya da sessiz sakin pazar öğleden sonraları yatak odasına kaçıp yorganı üstüme çekerek kitap okumaya bayılırım. Tatlı bir yaramazlık yapan o eski küçük kız gibi hissederim kendimi, onu kimsenin bulamayacağı bi yere saklanmış.

- Motosikletle yolculuğu severim. Müthiş bir özgürlük duygusudur. Sanki her yere gidebilirsiniz gibi. Sanki sınırlar yokmuş gibi. Kuş olup uçacaksınız gibi.

- Suyu severim. Tadını, serinliğini, bardağa koyarkenki duruluğunu. Çok su içerim.

- Eşimin kurduğu rakı sofralarını severim. Eşimin yaptığı her yemeği severim aslında.

- Pazar günleri, hava soğuk, evimiz sıcakken, sabahtan akşama dek film izlemeyi, muhabbetimizin "Ne yapsak, ne yesek?" üzerine dönüşünü severim.

- Annem ve Elektra'yla yaptığımız mutfak muhabbetlerini severim. "Aaa, dur bak ne anlatıcam" dediğinde birimiz, iş "Dur şu kapıyı kapayayım"a döner, hadi çay, hadi kahve, "dur ben bi bira alıp geleyim"le tatlanır, ballanır.

- Tahanlı pideye bayılırım. Taze ekmek, kekikli zeytinyağı, ezine peynir, bol şekerli çay. Kahvaltı budur. İskender, profiterol, kıymalı pide, kokoreç, yoğurt, ayran, simit, annemin kağıtlı pastası en sevdiklerim. İğde, nar, incir, kızılcık var bir de.

- Haksızlığa karşı çıkanları severim. Cesareti, merhametle beraber servis edildiğinde severim. İspanya iç savaşında başka ülkelerden komünist ve anarşistleri oraya götüren nedeni severim. İnsanların kardeşliğine inanmayı severim.

- Cemal Süreya şiirlerini severim. Akıllı dizeleri severim.

- 23 Nisan'da dünyanın her yerinden gelen çocukları birarada görmeyi bir başka severim.

- Militarist falan tarafı neyse ne, marşları severim kardeşim. Grup Yorum'un marşlarını da, mehter marşlarını da. Gülbank çeken biri de, Enternasyonal de gözümü yaşartır. Başkaları daha iyi yaşasın diye ölmek, öleceğini bilerek savaşmak kahramanlıktan başka bir şeydir. Kahramanları sevmem, türküleri çok severim. Yalnız bizimkileri değil, hepsini.

- Serin ve temiz havayı içime çekmeyi severim. Kar ya da yağmur yağarsa uzun uzun, usul usul yağmasını, güneş açacaksa pırıl pırıl açmasını isterim. Bir iki de minik bulut varsa hele. Gökyüzüne bakmayı severim. Yıldızların yere yakın durduğu yerlerde hem minnacık, hem ölümlü, hem çok büyük, hem ölümsüz olduğumuzu anlayıp kemale ermişliğim vardır çok şükür.

- Yıkanmış balkon, taze beton, demli çay, pişen kek, taze nane, fesleğen, iğde, hanımeli, sardunya, ıtır, yanan çam kütüğü, oje, aseton, tiner, gazyağı sevdiğim kokulardır. Nivea kremle, Channel No.5 bir de. Bir de Hoby kremin kokusu beni çocukluğuma götürür, severim.

- Beklediğim ve çok istediğim şeylerin ben tam da onlardan ümidi kesmişken oluverecekleri bilmeyi severim. Tanrıyı çok severim, onun benimle ilgilendiğini bir kez daha bilirim böyle şeyler olduğunda. Şükretmeyi severim. İçim kocaman olur. Güzel bir şey gördüğümde şükrederim. Sevincim katlanır.

- Falım damla sakızı severim. İçinden çıkan şiirimsileri yazanları çok merak ediyorum. Ben de bir iki tane yazmak isterim.

- Kitapları severim. Okumak benim için el, göz alışkanlığı gibi. Zeki ve mizahi yönü gelişmiş yazarları, sade, duru bir yapıyı, minik öykülerden çıkıveren başyapıtları çok severim. Fantastik kurgular, çizgi romanlar da apayrı sevilir tarafımca.

- Yürümeyi severim. Eski zaman dervişleri gibi bir aba, bir asa yürüye yürüye yaşamayı nasıl da isterdim.

- Bazen bir imge elimi klavyeye götürür, bir solukta yazar bitiririm aklıma geleni. şiir, hikaye, deneme... Öyle yazdıklarımı dönüp dönüp okumayı severim. Onları benim yazmadığıma, birinin bana yazdırdığına inanırım. Böyle yazmak bir nevi şamanlık, medyumluk, dervişlik, sarhoşluk... yani esrik bir ruh halidir. O ruh halindeyken de kendimi çok severim.

İşte böyle. Uzun uzun yazdım Elektram güzel kardeşim, daha da uzun yazardım ama yetiversin şimdilik, olur mu? Gerçi sana "38 yıllık kardeşimsin, benim sana koyduğum adın suyu mu çıktı da böyle abidik gubidik isim tuttun kendine?" diyesim de var ama ben de olmuşum burda bir turuncu elma, tencere dibin kara, sanki seninki bembeyaz durumuna gireceğinden diyemiyorum. Onun yerine diyorum ki: Ebe kalmak istemiyorum, ben de seni sobeliyorum. Yaz bakalım sevmediklerini.

Ayrıca Peri, Dory sizi de sobeliyorum. Sevdiklerinizi değil, sevmediklerinizi yazın. Ha, daha önce yazdıysanız da link atın, ben de göreyim.

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Tatil/Demet Akalın
Dün bitirdiğim kitap: Elveda Tsugumi/Banana Yoshimoto