Saturday, May 26, 2007

Bıktım beklemekten. Ne zaman uyanacaksın?

Uyan kardeşim. Ben -ki senden daha az basmakta kafam, emin ol- bütün olan biteni görebiliyorum. Kırmakta ve öldürmekteler, azaltmaktalar bizi. Biz birbirimizi çuvaldaki kediler misali tırmalarken onlar binlerce yıllık galibiyetlerini sağlamlaştırmakta. Bir tek bu dilden anlayabildiğin -ki benim de bildiğim tek dil bu-bu ülkede değil, dünyanın her yerinde oynadıkları oyun bu. Ve emin ol herbiri senin kadar masum, benim kadar.

Kardeşim uyan. Seni ve bu dünyayı bir koyu karanlığa mahkum edenleri bile kurtarmak senin elinde. Bugüne dek binlerce kez dillendirilmiş ama hiç denenmemiş bir yol olduğunu biliyorsun -Ben biliyorum. İnkar etme sen de biliyorsun- Dene. Uyan. Bıktım seni beklemekten. Ne zaman uyanacaksın?

Wednesday, May 23, 2007

Özetle:

Aşk değil, sonrası acıtır.



Sıradanlaşma acıtır. Alışma acıtır. Çantadaki keklikler, saygısızlıklar, düşünmezlikler, kolaylıklar.... Aşk bir pembe bulut, bir mavi kuş, can acıtır mı hiç? Havası kaçmış balon, sesi kesik kuş acıtır kalbi. Sen ya da ben değil.

Acıma! Acıtma!

Thursday, May 10, 2007

Duruşumu gözyaşım belirledi

Ben sosyalist olmadım, sosyalist doğdum. Çünkü doğuda doğdum ve doğudan doğan sosyalizmin her rengi gibi benim de rengimi gözyaşım, kalp acım... Aslında merhametim belirledi.

Bizim güzel topraklarımız... Hakikaten güzeldir topraklarımız bizim. Üstünde "biz" yaşadığımız için güzeldir. Şimdilerde epeyce yozlaştığımız halde topraklarımızın bize uyum sağlaması epey zaman alacağından Allah'a şükür hala güzeldir. Ve evet ben doğulu bir sosyalist olarak epeyce romantik, bir o kadar da metafizik bakış açısına sahibim. Çünkü Kant olsun Hume olsun bizim buralarda taşla değilse de bir bardak çay yanında biraz da kahkahayla karşılandı zamanında Yunus tarafından.

Deliye de veliye de hürmet gösteririz çünkü biz. Ve biz doğulular hep çocuk kaldık Mr. Marks'ın tersine, tribünlerde oturamadık hiç. Pir Sultan bizdendir mesela.

Wednesday, May 9, 2007

Büyümek ya da (sadece) yürümek. İşte bütün mesele

Hayatını bütün bütün yaşayan, tüm yaşantılarının içinden "kendisi" olarak geçen ve çıkan... Daha doğrusu yeni eklentilerini içselleştirmiş olarak yoluna devam eden... Yani "büyüyen" birileri var mı acaba? Ya da zaten bu söylediğim normal olan da, ben mi anormalim?

Yılar önce "Birçok Hayat Yaşadım" adlı bir kitap okumuştum. Aleksandra Kollontai'ın özyaşam öyküsüydü. Bilenler bilir, Kollontai komünist/sosyalist genç kadınların feminizmle haşır neşir olma evrelerinde yüksek bir basamaktır. Kitabın adına vurulmuştum, tam da beni anlatıyordu. (Dikkat edelim, kitap değil beni anlatan. Tavşan postlu kalbimin haddine mi düşmüş canım Kollontay'ınki gibi bir hayatı yüklenip götürmek? Sadece adı anlatmaktaydı beni kitabın) Çünkü o yıllarda evli, çocuklu bir ev kadını ama/ve aynı zamanda bir üniversite öğrencisiydim. Gündüzleri öğrenci hareketinin içindeydim, akşamüstleri koşa koşa eve dönüyor üç çeşit yemekli, salatalı, yeri geldiğinde tatlılı soframı bir tamam hazırlıyordum. Kendimi bir sosyalist olarak tanımlıyordum ama toplumsal konumum açısından kutsal aile tadında, burjuvazinin dibini arıyordum. (Yok ya, haksızlık etmeyeyim kendime şimdi, öyle kutsal aile durumları yoktu bizim evde, zaten ondan boşandık ya biraz da.) Sevgili eski eşimin o taraklarda bezi yoktu, evlendiği kendisine aşık kızcağızın hanım hanım bir evkadını olmak yerine mutfak duvarlarını sloganlarla neden doldurduğunu anlamadı hiç. Ama dayandı bana, sevmeye devam etti. Korudu yeri geldiğinde, kolladı. Yine de nereye kadar? Olmadı işte, ayrıldık.

Sonrasında bir sürü kimlik değiştirdim. Örneğin boşandıktan sonra bir dönem eğlenceye vurdum. Evlilik bitmiş, sosyalistlik bitmiş, ölcez madem yiyelim badem tadındayım. Ama diğer yandan artık para da kazanmak zorundayım, bakmam gereken bir oğlum var. Üç kimlikle yaşadım o dönem: Anneydim, hırslı işkadınıydım, bar kuşuydum. Bu kez gündüzleri insan geceleri kurttum. Yok ya, gündüzleri de kurttum işte. Hırs mırs... Ne o öyle?

Sonra aşık oldum. Beraber yeni bir ev kurduk sevgilimle. Çok seviştik. İkimiz de bu kez isteyerek, harcına kanımızı, aşkımızı, değerlerimizi, herşeyimizi katarak kurduk ailemizi. Yoksulluk çektik beraber, onu da gördüm şükür. Rutin ama geleceği garantili bir işe girdim. Süklüm püklüm, kendi halinde, memur kılıklı bir kadın oldum. İşyerimde ikinci sınıf bir memur konumunda çalışırken yazar oldum. Kitabım epey sükse yaptı. Bir iki ay kadar da gündüzleri onun bunun ağız kokusunu çekip, akşamları koştur koştur kuaföre, oradan röportaja falan yetişen, çok bilir hallerde "Evet, onu demek istedim ama o bağlamda..." filan diyen bir romancı olmanın dumurunu yaşadım.

(Romancı dedim evet, edebiyatçı olup olmadığımdan emin değilim artık, baksanıza yazamıyorum bile. Bu da ayrı bir mevzu bu sonradan ortaya çıkan yazma kabızlığımı da bir gün gelir deşelerim belki buralarda)

Gördüğünüz gibi ben hep parçalı bulutlu bir hayat yaşadım. Supermen, Batman gibi kahramanları severim ama inanın hayatları çok zor. Kahraman olmayan halimle bile biliyorum bunu artık. Çok zor. Çok. Ve fekat(Bülent Ersoy gibi okunacaktı ve fekat) konunun başına dönecek olursak: Ben o hayatların içinden o hayatların bana dayattığı kimliklerle geçtim ve o hayatları bırakırken de bana hiç değmemişler gibi, giysi gibi çıkardım o kimlikleri üzerimden. Bu nasıl oluyor? Yani o inançlı öğrenci, o zengin burjuva kadın, yoksul çalışan memur, yazar... Yok, onları yaşayan ben değilmişim gibi gelmiyor bana. Öyle şizofrenik bir durum değil bendeki hal. Fakat herbirinde zevkim, hayata bakış açım, beklentilerim... Ve hatta yeteneklerim değişiyor. Anlamadığım bu işte. Sentez değilim ben. Tez hiç olamadım zaten. Hep antitez hep antitez. Zor bi durum bu yahu.






Not: Zaman hakkaten ne garip şey, di mi? Bu aralar onun hakkında cok düşünüyorum. Varlığın içerisinde midir kendisi acep, tersine varlık mı onun içerisinde? Yoksa ikisi eşit/benzer iki yoldaş mı? Biz neredeyiz o zaman? İçlerinde mi, yanlarında mı? Birbirimizi etkiliyor muyuz mesela? Hepsi birleşip bizi mi etkiliyor yoksa? Böyle şeyler düşünüyorum ama bunları düşünmek kurabiye yapmamı, müşterilere kızmamı, magazin programları seyredebilmemi de etkilemiyor. Epeyce dumur olmuşum demek ki, algı bağlarım porsümüş. Yaşlılık diyor ya oğlum, ondan olabilir. Yaşlanınca insan yumuşuyor, keskin tarafları törpüleniyor, oportunizm ne güzel sey imiş anlıyor... da konu bu da degil.