Thursday, March 29, 2007

Bilmediklerimiz de seçimlerimiz midir?

Bugün yürüyüş yaptım. Kırçiçekleri açmış. Yol boyu kendimle savaştım toplasam mı toplamasam mı diye. "Ne güzel görünüyorlar yerlerinde, kıyma," diyordu bir yanım, bir yanım "Nasıl olsa solacaklar, beş-on tane toplasan ne olur ki?" diyordu. Rüzgar vardı, yeşil berem kafamdaydı, üstüm inceydi, üşüdüm biraz. Yine de dayanamadım, durdum. Şimdi masamda, küçücük bir vazonun içinde 21 minik kırçiçeği var, bana arkadaşlık edecekler, umarım olabildiğince uzun bir süre.

5 çeşit kırçiçeğiyle bir-iki günü bakışarak geçireceğiz ve ben papatyalar haricinde hiçbirinin adını bilmiyorum. Kırk yaşındayım ve gayet sıradan, her yerde rastlanan o çiçeklerin adını bilmiyorum. Hiç ihtiyaç duymamışım isimlerini bilmeye belki, tamam. Ama yine de biraz garip değil mi, saçma sapan bir sürü şey bilip onların adlarını bilmemem?

Sunday, March 25, 2007

Kot pantolon değil iron maiden mübarek


Bir kocaman torba ebegümeci, palto askısına asılmış bana bakıyor.

Haftasonu iş yerimden bir arkadaşa ısmarlamıştım. Cumaları evinin orada kurulan pazara köylüler bin çeşit ot getiriyorlarmış, sağolsun kızcağız almış, dolabında saklamış, sabah serviste getirdi, verdi bana. Aldı beni şimdi bir düşünce. Kart yaprakları ayıklanacakmış, serin yerde bir gece suya basıp bekletilecekmiş. E, ben bu aralar pestilden az hallice eve döndüğümde saat dokuz oluyor. Pipirikli insanımdır bu ayıklama mevzularında, değdi değmedi hesabı yapıp hepisini değmiş varsayarım. İki saati bulacak bunları ayıklayıp yıkamam. Hadi becerdim de kartı tazeden ayırdım diyelim, bunca çok ebesine yandığımın gümecini misafir edecek bir kabım yok ki benim? Küvete mi basacağım yani, tövbe estağfurullah. Öfff sabah sabah bi dert oldu ki allahın otları bana, o kadar olur. Öğle tatilinde bütün hatun tayfasını masama toplasam da "ebeleri bi yere gümeçleri bi yere ayırın bakem" desem mi acep?

Pek bir otçul olduk ailecek canım. -Ailecek derken halihazirdaki ailemiz ben ve Yunus olmak üzere iki kişi, yazık bize- Sigarayı bıraktık ya hani, ödümüz patlıyor şişko olacağız diye ya hani... Hanisi şu: Korkunun ecele faydası yook, ooh aldık ya kiloları oramıza buramıza yastık misali.

Cumartesi Carrefour'un sebze reyonundan bilumum otu toplayıp eve getirdik. Güya bütün haftasonunu onlarla geçireceğiz de detoks olacak bir nevi. Nerdee? Benim cumartesi sabahı Dory'den tarifli KFC kurabiyeleri yapmamla başlayan karbonhidrat maceramız pazar günü Yunus'un "Ay hafif bu ya, bi şey olmaz" diye diye yaptığı çikolatalı muzlu pastası ile devam etti, akşamına da benim mantı yeme önerimin kabulüyle yastıklara tüy diktik. O kadar ki, Cuma günü kendi halinde, muhlis bir kot pantolon olarak popomu kapama görevini ifa eden giysi, şu anda iron maiden kıvamında bir işkence aracına dönüşmüş durumda. Kotum daralarak, popom büyüyürek evrim geçiriyorlar, durduramıyorum, korkuyorum.

Bu arada yemek namına yaptığımız en iyi şey Carrefour'daki yaprağı yenen enginarlardan almak oldu. Haşladım, zeytinyağlı sarımsaklı limonlu sosunu yapıp bana bana ekmeksiz ... Nasıl tatlı yedik var ya. Hasseten tavsiye ederim, böyle mor mor filan, kaçırmayın sakın. Sapı bile yenebiliyor bunların, o kadar tazeler yani.

Yalnız ben bu kilolarıma ciddi taktım kafayı, şok diyet denen şeyi hayatta yapmadım ama bu kez yapacağım. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar hesabı sigarayı bıraktıktan sonra aldığı kilolardan kurtulan birileri falan hani... En hızlı ve en az acılı bir yöntem bilen varsa söyleyiversin hayrına. Sevaba girer.
İllüstrasyon: Allison S. Reuling

Friday, March 16, 2007

Oğluma gidiyorum


Benim bir oğlum var. Var da, koskoca adam olduğundan beri -ki, kendisi on sekiz yaşında bir civan- pek bir oğlummuş gibi gelmiyor bana. Sanki o "oğluşum" olabildiği sürece oğlumdu benim, şimdi oğlumlukta zorlamaya devam edersem ayıp olurmuş bu delikanlıya gibi bir hissiyata sahibim. Yıllardır hep tavşanım, kurabiyem falan dediğin birinin sakalları çıkınca şirazesi şaşıyor insanın. Ben ufacık tefecik bi nisayım (gerçi "tefe" kısımlarım bir süredir pek "cik" değil ama boydan her daim ufacıkım işte) oğlansa aldı boyu yürüdü, eh, enine de maşallah iyice gelişti (hatta fazla gelişti, yanıma gelsin hele bi temelli, bak nasıl eriteceğim onu ben) kucağa sığmıyor tabii.

Bir tek burada itiraf ediyorum: Bana ne ya, ben kurabiye kokulu oğluşumu istiyorum işte. Bu yeni oğlana ne laf söz dinletebiliyorum, ne kucağıma alabiliyorum.

Bi de bana geçenlerde (Yunus'a bozukken, ondan ayrılmak istediğimi söyledim diye) "Yav anne," dedi, "Tabii nasıl mutlu olacaksan öyle yap ama benim de ömür boyu seninle kalacağımı sanmıyorsun değil mi? Benim gözümü arkada bıraktırma, seni kime emanet edeceğim sonra ben?"

Bak ya, büyümüş de bir de bana kol kanat germeye kalkıyor pis ukala. Sanki bunca yıl ona ben bakmamışım da o bana bakmış. Yedi kafasına terliği tabii, gülüyor bir de kah kah.

Büyümesinin tek iyi tarafı bu oldu. Bu, çocuk gibi bir çocukken canıma okusa, sinirden beni kudurtsa bile, ben örnek insan, bilinçli bir anne olmak, sakin davranmak zorundaydım. Artık değilim. Fiske yemedi benden elbette büyüyüne dek ama şimdi kafasına terlik yiyor işte. Eskiden sinirden kudursam bile o masum, minnacık evladıma kıyamayıp duvara kafa atardım, artık kurtuldu kafam. O kendi kafasını düşünsün, haha.

Neyse uzattım, işte bugün ben oğlumun yanına gidiyorum iki günlüğüne. Kendisi okul nedeniyle uzakta. Evini derleyip toplayıp bir kaç yemek yapacağım. En önemlisi tekrar deneyeceğim kucağıma sığıyor mu diye. Aman, tamam, sığmıyor biliyorum da... Ama ne yapayım ya! Ben o kurabiye kokulu biricik evladımı özlüyorum. Bu yaştan sonra bir daha mı doğurayım yani?
İllüstrasyon: Allison S. Reuling

Wednesday, March 14, 2007

Merhaba ahali

Ya, işte böyle. Ne zamandır yazma yazma, sonra birden canın sanki müthiş özlediğin bir yemeği çeker gibi çeksin yazmayı.

Bugün pek öyle Elma hanım ile hasbihal edesim yok. Sırf yazma keyfi için yazmaya geldim buralara. İki ay önce yazmışım en son, eh iki ay bir kelebek hafifliğiyle, panter kıvraklığıyla, yanisi hızla geçse de, epey iş becermeye yarıyormuş. Ben de bugün bunu gördüm.

Müthiş bir iş başardım bu iki ayda: Sigarayı bıraktım.

Evet! İnanılmaz ama gerçek! Günde bir paketi aşkın sigarayı içmek ne kelime çatır çatır yiyen ben, tam bir aydır 1 (yazıyla bir) nefescik bile püflemedim o kan emici sevgiliden.

Yazmaya da bu yüzden hiç yanaşmadım zaten. Yazmak hep elimde bir sigarayla birlikte yapılabilen bir iş benim dünyamda. Kalem gibi, klavye gibi, kağıt ya da ekran gibi bir şey sigara. O yüzden yazmıyorum öyle kafa toplanması gerektiren şeyleri. Yazmayı çok özledim ama yazmıyorum. Hatta bu yazıyı bile sigara isteğimi depreştirdiği için burada kesiyorum. Ama merak etme beni e mi Elma, iyi bi Turuncu'yum bu aralar. Kal sağlıcakla, gelirim yine, merak etme.