Thursday, January 18, 2007

Oldu mu şimdi?

- Dün kendin için ne yaptın ey Turuncu?
- Olmadı.
- Olmayan ne ya Turuncu?
- Dün verdiğin görev var ya. Hani sebze çorbası yapacaktım.
- Yapmadın?
- Yaptım, yaptım da...
- Eee?
- Esi, hazır...
- Hazır çorba mı yaptın? İnanmıyorum sana, inanmıyorum! Sevmezsin ki hiç. Başını ağrıtır hatta tadı.
- Öyle ama, uğraşacak mecalim yoktu. Valla billa koruyucu katkı maddesi yokmuş içinde ama, üstünde öyle yazıyordu. Ya, Elmacım valla bak başım ağrıyodu dün benim. Çok üşüdüm bi de gün boyu. Canım uğraşmadan bir an önce yemek istiyordu bişeyler. Hatta dışarda lahmacun falan mı yesem diye düşündüm, bak ona şükret yemedim bak dışarda.
- Salata yaptın mı bari?
- Neyse ki onu yaptım. Havuç, turp. Yalnız var ya, ekmek yedim bi de. Fırından yeni çıkmış, çıtır çıtırdı, dayanamadım.
- E, yiyeceksin tabii.
- Ama çok yedim.
- Öfff... Spor?
- I ıh.
- Hadiii. E, onu niye yapmadın?
- Yunus çiğköfte getirmişti gelirken.. Aaa, yeter be, söyleyeyim de kurtulayım. Çiğköfte de yedim tamam mı? Hem de lavaş ekmeğiyle, hem de saat 23'e geliyodu. Yapmadım spor, onun yerine yedim de yedim. O gergin mideyle spor yapıp da kalp krizi mi geçirseydim yani?
- Hiç tasvip etmiyorum hiç.
- Ben de. Ama söz aldım ağzından artık Yunus da diyete başlayacak. Bir daha uzunca bir süre böyle şeyler yapmayacağım. Söz. Hadi affet, iyimser ol, bitsin bu çile bugünlük, ha?
- Göreceğiz bakalım.
- Yeni görev verecek misin?
- Gırtlağına sahip ol diyeceğim, müstehak bunca az görev sana. Bi de... Ehliyet için hazır mısın?
- Bilmiyorum.
- İyi tek görevin gırtlakla ilgili olan o zaman bugünlük. Abur cubur kesinkes yasak, tamam mı?
- Ya öyle şeyler yemediğimi sen de biliyorsun, savma başından beni, daha doğru bir şey iste.
- Yok, bugünlük böyle.
- Peki o zaman.

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Ey Fırat, Fırat- Anonim türkü
Okuduğum kitap: Yamyamın Kızı'na devam (Babasının nasıl yamyam olduğunu öğrendim kadının. Bi de yazık ya, kocasının parmağını kesip yolladılar kadıncağıza)
Kilo: Yükseliyor efendim, durduramıyoruz.

Tuesday, January 16, 2007

Şudur budur

- Bugün kendin için ne yaptın ey Turuncu?
- Bi kere şu "bugün" ifadesini bir gözden geçirelim seninle ya Elma. Gördüğün gibi yazışmalarımız seninle, sabah saatlerine denk geliyor. Dolayısıyla "E bismillah, anca uyandım daha"dan başka verecek bir yanıt bulamayıp kıvırıyorum gördüğün gibi. İyisi mi bundan sonra sen bana dünü sor, dansözlükten yazarlığa terfi edeyim ben de.
- Çenen düşük mü ne bugün?
- Yok canım, bilakis.
- Peki. Dün kendin için ne yaptın ey Turuncu?
- Valla bütün gün gayet enerjik dolaştım ya Elma. Müşterilere güleryüz gösterdim. Akşam eve gidince, üşenmeyip balıkladım. Hem de rakılamadan.
- Dua?
- Aman. Bu sefer böyle gitsin balıklar. Lost vardı hem.
- Peki, iyi hissettiysen iyi zaten.
- İyiydi, iyi. Sonra en gururlandırıcı olay, saat ona gelmişken, bir köşede kıvrılmış yatarken ya Allah diye fırlayıp tam bir saat spor yaptım.
- Vay vaay! Hele de bakın, hakkaten süper etmişsin be.
- Evet.
- E, verdin mi kilo?
- Vermedim, tersine 200 gram mı ne aldım galiba.
- Olsun, başlarda olur öyle. Bir haftaya 1 kilo verir misin ki?
- Bakacağız bakalım. Bir blogda bi sebze çorbası tarifi görmüştüm, onu deneyeceğim bu akşam.
- A, dur o zaman hazır bu lafı etmişsin, hemmen görevlendireyim seni. Bugünkü görevin Turuncu, o çorbayı yapıp akşama da imha etmek. Nasıl?
- İyi. Fakat espri yeteneğin giderek kayboluyor.
- Sen de giderek çekilmez biri oluyorsun.
- Uzatmasak? Uzasak?
- Git hadi.

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Ölünce sevemezsem seni- Lise Terk
Okuduğum kitap: Yamyamın Kızı'na devam. (İş çığrından çıktı, olaya 1930'lardaki anarşist İspanyol örgütleri de karıştı. Hadi bakalım)
Kilo: 61.50

Monday, January 15, 2007

Sis ve güneş ve iyilik ve sağlık

Nasıl da sis var, ama diğer yandan da güneş. Bugün keyfim çok yerinde. Daha çok kadınlarda oluyor bu halet-i ruhiyenin havadan nem kapma halleri. Kimle konuşsam güneşsiz kış ayları depresyon zamanları, bahar yenilenme, yaz olgunlanma. "Olgunlanma" diye bir kelime yok ben de biliyorum da, birden olgunlaşmadan daha uygun geldi klavyeme. "Aydınlanma"daki haliyle kullanılmıştır burdaki artık ne çekimiyse o çekim.

Dün yazmadım, küstüm buraya. Üç gündür giriyorum, dank diye pop up sayfalar açılıyor. Kızdım bende, hatta kaldırmayı da düşündüm de, acele etme deyip vazgeçtim. -Gelgeç akıllı olmak ne berbat bir yük, Tanrım!- Neyse, iyi ki kaldırmamışım. Onun yerine sayfada şu anda şu kadar kişinin bulunduğunu göstermeye yarayan kodu kaldırdım. Tatam! Sorun çözüldü işte. N'apim, görmeyiverelim kaç kişi var imiş, değil mi ya?

Cuma ayrılırken helva melva demiştim. -Abartırım, evet. Ne berbat huy, Tanrım!- Evet üşüdüm ama ne tehlike yaşadım ne de bok attığıma değdi, harika bir haftasonu geçirdim. Kocamla da aramız düzeldi gibi. İyi geldi gezmek.

Şu berbat dediğim Claudette'li kitabı bitirdim dün gece. Aslında o da berbat değilmiş be, yazık etmişim Fransız mransız diyerekten. Tamam gereksiz gelen, açık saçık hatta sapıkça bulduğum bölümler vardı kitapta ama sebebi de var imiş. Böyle bir içdökme, böyle bir samimi olacağım ille de, bütün günahlarımı sereceğim ortaya halinin hangi itkiden kaynaklandığını anladıkça kadına acıyor insan. Bir kadının hayatını bir erkeğin imajına göre şekillendirmesindeki trajediyi -hele de o imajın yalan olduğunu çook geç fark ettikten sonra- kavrayınca, e bunu da içdökme şeklinde yaptığını anlayınca yazarın (Alain Bosquet) kitabı bitirirken "Fena da değilmiş yahu" demek zorunda kalıyorsunuz. Böyle bir hikaye derinlemesine "sezdirilecekse" ancak böyle bir yöntemle yapılabilirmiş, Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Yine de şu anki ruh halime daha bir elma şekeri kitaplar gerekiyor. Ne bileyim ben mesela Pancarın Dansı gibi, İnci Gibi Dişler gibi, aaah ah hatta hiç okumamış olsam da aynı keyifle okusam dediğim onca Ursula kitabı gibi.

Bu sabah serviste Yamyamın Kızı diye bir romana başladım bu ümitle. Aslında ümitsizlikle demeliyim çünkü evden çıkarken alelacele aldım yanıma, açıkçası yine bunlaım bir şeyler bekliyordum ve fekat güzel sürpriz hiiç de öyle çıkmadı. Açılış cümlesiyle ısındığım bir anlatıcının ağzından yer yer birinci, yer yer üçüncü tekil şahısla devam eden (ve bunun nedenini ana kahramanımızın hayalci dünyasıyla açıklayan) kitap, durduk yerde kocası ortadan kaybolan bir kadının heyecanlı serüveni çıktı. Çok ümitliyim. Bakalım, kaç günde bitecek? Kitaplarla ilgili bir paradoks var yazık ki. Sevdiğim bir kitap çok çabuk bitiyor, sevmediğim elimde günlerce sürünüyor. Tersi olsa keşke.

Bu sabahlık bu kadar Elmacığım (Bu arada şu yukarıda sözünü ettiğim kitapta yazmanın şizofreniyi bağışlatan tek eylem olduğu söyleniyordu, tam da benim elmalı turunculu bu halime uyuyor. İşte de için için gülüyorum. Şizo değilim ama var yine de bişeyler galiba) İşler var yapılacak, çaylar, sigaralar var içilecek. Hadi bana müsaade.

- Bugün kendin için ne yaptın ya Turuncu?
- Daha ne yapayım be Elmam? Sabah neşeli neşeli başladım güne. Kuyruğu dik tuttum. Aferin mi buraya kadar?
- Aferin.
- Dahasını duy öyleyse. Rejime başlıyoruz ve dahi spora. Dün akşam az yedim ve yarım saat bisiklete bindim.
- Vay vaay. E, hadi bakalım.
- Dahası sabah uyandığımda aklımdaki şarkı... Bak aşağıda.
- Ooo! Oluyor kız bu iş?
- E, olacak tabii, ne sandıydın?

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Yine düştük yollara- Bulutsuzluk Özlemi
Okuduğum kitap: Yamyamın Kızı- Rosa Montero- Can Yayınları
Kilo: 61.20

Friday, January 12, 2007

Turşudan az hallice

Pek iş çıkmadı bugünden. Hala nemrutum, hala suratsız. Ruj sürdüm ama suratım toparlanmadı. Günün güzelliği adına öğlen yaptığım yürüyüş işe yaramadı. Gölgelerin gücü adına bir yürüyüşü de valla içim kaldırmadı.

E, ama işleri yaptım tabii. Mecburen. Zaten onlar yapılmayacak gibi değil ki. Telefon geliyor, müşteriye "Bugün ruh halim parçalı bulutlu," diyemiyorsun. (Hakkaten bi gün desem ne olur acaba?) Yanıt veriyorsun. Verdiğin her yanıt bir dolu süreci başlatıyor, süreç süreç sürünüyorsun. Süreçler götürdü beni bugün bre.

Cuma toparlanması bitti velhasıl işyerinde. Normal rutindeyim şimdilik. Akla takılı tek şey masada biriken çay bardakları. Alınmasını söylemeye bile üşeniyorum. O kadar olur.

Akşam anneme gideceğim. Aha! Buldum işte günün güzelliğini: Anneye hediye aldığım o yüz kremini vereceğim ya zaten. Annem sevinecek. Ben de sevinirim arada. Oh, bugün de yırttık şu güzellik, iyilik işinden, yarabbim çok şükür.

İlk günden sukoyveriyorum ya, bi yandan da kızıyorum kendime. Ne demeye tutturdum da buralara bile yazdım ki? Yok ödev verecekmişim kendime de, yok ruh halim düzelecekmiş de, yok kalbim iyileşecekmiş de. Dünya susuz kalacak yakında, kafamıza gökten bööle bööle kızgın oklar fırlatacak güneş, orayı burayı seller basacak, zaten kar da yağmadı bu yıl doğru dürüst... E, yok ama Turuncu hanımın o pambık kalbi her şeyden önemli, geri getirilmeli, Turuncu Hanım otursun Polyannacalık oynasın.

Neyse, bugün de yapayım da şu günün güzelliği olayını, olmadı bırakırım. Ne başımın zoru?
Günün güzelliği: Akşam anneye gidilecek, yaptığı börek yenilecek, kardeşler ve babanın ayrıca bu aralar nedense pek de şeker bir insan haline dönüşen eniştenin sevgi ve ihtimamlarıyla moral düzeltilecek. Üstüne üstlük anneye hediye verilecek. O mutlu olunca onun mutluluğundan da pay kapılacak.

Bu arada haftasonu için şahane bir plan yapmış kocam. Bu soğukta motor tepesinde bilmem ne kadar yol gitmek... Evet, hakkaten de popom için şahane bi plan. Donacak da donacak.

Pazartesi görüşürüz inşallah günlük. Görüşemezsek kendi helvanı kendin yap, bana güvenme.

- Bugün kendin için ne yaptın ya Turuncu?
- Kendimi kendime getirmek için elimden geleni ardıma komadım ya Elma. Lakin çalışmalarım bir sonuç vermedi. Kendim bir türlü kendime gelmedi. Akşama Allah kerim. Seni yine de alnından öperim.

Thursday, January 11, 2007

Uykum var ama çalışmak da lazım

Bugün Cuma. Haftanın pis işlerini temizleme günü. Normalde en sevdiğim ikinci gündür Cumaları benim (Pis işleri temizlemeyi de bu ruh halime güvendiğimden Cumaya sallandırıyorum zaten. Pis iş dediğim hani canımızın yapmayı istemediği, erteleyip durduğumuz işler bu arada) Tek geçtiğim günüm Cumartesidir, Pazar değil. Sevmem Pazarları ben. Çocukluktan beri en iç sıkan gündür, Pazartesiyi bile daha çok severim hatta. Neyse, şu sevdiğim günlker sıralamasını başka bir yazıya bırakayım, sadede geleyim. Diyeceğim, Cumalarım kıymetlidir aslında ama bugün üzerime nereden musallat olduğunu anlayamadığım şu uyku halinden olsa gerek -bir de bir yorgunluk var ki oof, of- pek bir suratsız, pek bir nemrutum. Bu satırları da sanırım işten kaytarmak için yazıyorum.

Dünkü ödevimi kısmen başardım. Neydi, anımsayalım, "Üşenilmeyecek, dışarıda yenilmeyecek, sağlıklı bir yemek hazırlanacak evde," demiştim. İtiraf ediyorum, abarttım. Üşenmeyeceğim ya hani, tuttum istavrit kızarttım. Bol yeşillik, marul, maydanoz, roka, taze soğan. E, hal böyle olunca kızardı balık yan da gider, lüp de deyip fırından çıtır sütlü ekmek aldım. Sonra düşündüm, e yazık değilmi bu balıkçıklara? Ruhları duasız mı gitsin yani cennete? Elbette içim elvermedi, bir tek de rakı. Al sana sağlıklı ev yemeği. Vücuda sağlıklı gelmemiş olabilir ama ruhuma gayet de sağlıklı geldi, afiyet oldu bana.

Erken yattım da, Claudette denen manyak Fransız kadın yüzünden biraz geç uyudum herhalde. Çok değil en fazla bir saat okudum ama. Daha fazla olmayacağımdan eminim. Gecenin o vaktinde, o Fransız burjuva sapkınlıklarını daha fazla çekemeyeceğimden eminim çünkü. E, normal zamanımda da uyudum, bu ne yorgunluk şimdi sabah sabah?

Yok yok, bugün keyifli başlamadı. Peynir yüzünden. Annemiz için ürettikleri bi peynir var. Yani kadınlara özelmiş, markette gördüm aldım. Hani kemikler için lazım ya, ostreopoz mevzularından falan, e benim de yaşım geliyor, kalsiyumdur neyimdir takviye edeyim diye. Sana ne gerek a manyak? Kemiğin almışsa almıştır bu yaşına kadar, çok lazımsa kalsiyumun ye yoğurdu, iç sütü, güzelim tam yağlı ezineden ne vazgeçiyorsun ki? Yok, hayatıma hoşluk katacağım ya, aldım peyniri. Ama bu sabah içinden peynir yerine su çıktı foş diye. Kapağı açılmadan bu kadar su sıçratmayı beceren bir şey peynir olamaz (az önce yedim, değilmiş zaten. Tatsız, tuzsuz bir şey) Evden çıkmama beş dakka kalmış, ben mutfak tezgahı siliyorum. O da ayrı bir takıntı. Evi bok götürebilir ama tezgahım ıslak olmayacak, pis olmayacak. Velhasıl, peynir olmayan keyfimin canına bi daha okudu. Tek işe yarar yanı uyandığımda aklımda dönen o ağlak şarkıyı (Bir dahaaa aslaaa, bin kere tövbeee/Kan davası mııı, bu nasııl ööfkee) "Uf baba bu ne be?" nidasıyla başlayaraktan Raptiye Rap Rap'a çevirmesi oldu. Ruhun şad olsun Cem Karaca. Peynire de uf baba dedirttin ya hani, ah aha a ah! Bu arada bu şarkının Manga'nın coverladığı haline bayıldım ben. Cem Karaca yorumunu sevmezdim halbuki. Çok Yorgunum'unun, hele hele daha bi eski şarkılarının yanında (mesela İhtarname, mesela Kavga) epey bi entipüften bulurdum bu şarkısını. Ama Manga'yla sevdim işte.

Yazı benim bi zamanlar örmeye kalktığım yarasa kollu kazağa döndü, uzayıp saldı kendini, toparlanması da mümkün görünmüyor. O kazak on iki çile yün yemişti de annem sonunda el koyup sökmüş, kendisinden iki kazak bir süeter çıkarmıştı. Bu yazıya annemin müdahalesi sözkonusu olamayacağından ben kendime bi güzellik edeyim, bitireyim iyisi mi. Ruj süreyim, toparlanayım, çalışayım. Bitmez yoksa bu gün.

Ruj dedim de. Ya hakkaten o peynir yüzünden ruj bile süremeden çıktım evden be. Yok, peynir değil o, başka bi şey. Kaldırıp atıcam eve gidince, hırs yaptım bak şimdi.

Hadi kızım Turuncu. Gün bugündür. Akşama dek bi günün güzelliği yaratmak gerek. Böyle bi günde bile bunu becerirsen kurtuluş da yakında diyeceğim, alnından öpeceğim seni. Tabii birinin kendini alnından öpmesi ne denli mümkün olabilirse. Aynadan? I ıh, denemiştim olmuyor öyle.

Günün ilk falım sakız manisi:
Aşk narin bir kelebek
Ona yalnız sevgi gerek
Kalpte gizli en büyük sır:
"Seni seviyorum" demek

Çarşafa övgü

Şimdi mis gibi karanfilli sabun kokan, bembeyaz, ütülü çarşafların üzerinde sıcacık yatakta olsam. Uyusam, uyusam.

Bu sabah canım sanki aşerer gibi böyle bir çarşaflı, sımsıcak yataklar çekiyor. Düşündükçe ağzımın suları akıyor, bir yiyeceği çeker gibi çekiyor canım böyle bir çarşafı. Böyle kenarı bir karış dantelliii, ne çok sert ne yumuşak, keten-pamuklu karışımı bi şey olsun kumaşı da. Dantelleri de beyaz olsun ama, beyazdan başka tek renk olmasın, kar gibi. Karanfil sabunu da koksun, artık o sabunu otomatik çamaşır makinesine nasıl sokacaklarsa, soksunlar (Hayır, granül sabun kullanılsın istemiyorum. Evet, elde yıkasınlar o zaman) "Yapılsın, edilsin" gibilerinden kraliçe yüklemli konuşmalarımdan da anlaşılacağı üzere bu çarşafla yapılmış yatağın en mühim tarafı üzerinde zerre kadar emeğimin olmayışıdır. Yani bana yatak yapılsın, ben sadece yatayım.

Herkesin yatak fantezisi başka türlü ne yapalım. Benimki de emeksiz emeksiz karanfilli çarşaf üzerinde uyumak işte.

Uykum varrrrrrr!

Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı:
Peynirden önce: Perişanım şimdi- Sezen Aksu
Peynirden sonra: "Uf baba bu ne be!" kısmından itibaren Raptiye Rap Rap- Manga
Okuduğum kitap: Claudette adlı terbiyesiz

Wednesday, January 10, 2007

Açayım konuyu dursun kenarda

Bu blogu hangi amaçla açtığımı yazmak yerine edebiyat yapmayı tercih etmişim dün. Hoş, "mişim" deyince de, sanki farkında değilmişim gibi oldu. Oysa bal gibi de farkında farkında yaptım yapacağımı. Yazının alışkanlığından sıyrılmak, dili arındırmak zor, ne yapalım, düzelteceğiz ama. "Burada bunu da öğreneceğim yeniden" diyerek blog yazmaktaki amaçlarımı sıralamaya girişeyim.

Bu blogu açtım, şunlar için:

  • Dilimi zorlamadan, eğip bükmeden yazmayı yeniden öğrenmek için
  • Tanınmazlığın, bilinmezliğin -umarım becerebilirim- getirdiği rahatlıkla iç dökmek için
  • Kendimi tanımak için
  • Kendime hak vermek için
  • Kendimi "iyi"leştirmek için

Şu "iyileşme" mevzuunu biraz açayım. Aslında blogumun temel amacı bu çünkü. Hani "Kendinizi tek kelimeyle anlatsanız?" gibilerinden sorular vardır ya, bana sorsalar "iyi" derim ben, hiç düşünmeden, kalıp halinde. İşte bununla ilgili bir derdim olduğunu fark ettim bir süre önce. Gerçekten öyle miyim, alışkanlıktan mı bu cevap?

Bu soruyu sormam bile kalbimin değiştiğini, lekelendiğini görmek için yeterliydi aslında. Bir süre bunun büyüme, dünyayı anlama ve ona uyum sağlama hikayesinden ibaret olduğunu düşündüm. Olumlu ve aslında yaşama katılması gereken bir süreçti yaşadığım. Hani herkes derdi ya bana, "Hayat yediğin kazıkların toplamıdır. Bir gün bunu sen de anlarsın" işte bu hesap olduğunu, hesabın ödenmesi olduğunu düşündüm ruh halimin. Ama diğer yandan bu ne menem bir olumlu süreçti ki giderek mutsuz, tatsız, keyifsiz bir insan haline geliyordum böyle?

Sonra yaşamak çaba göstermeden giyindiğim bir giysi, rutinde sürüklenip gittiğim bir "başa gelen" oldu. Fazla geçmedi üzerinden mutsuzluğumu kabul ettim. Kalbim karardı. Anladım ki benim iyilikten kastım hep başkaları için yaptıklarım olmuş. Kendimi çok ihmal etmişim, beni mutsuz edebileceğini düşünmemişim bile böyle davranmanın. Sonunda başkalarını da ihmal eder hale gelmişim üstelik. Giderek nemrut, sevgisiz biri olmuş çıkmışım.

Yalan yok, -ilk ve kesin kuralım bu burada zaten. Madem ki iyileşmeyi istiyoruz di mi?- kimse benden fedakarlık istemedi ömrüm boyunca. Yine de hep fedakarlık yaptığımı düşündüm. Sonra da bunun için başkalarını suçladım. İşte geldiğim yer.

Bu blog benim "iyileşme günlüğüm" olacak işte. Kelimenin iki anlamıyla da; hem ruhsal iyileşmem, sağaltımım için, hem de yeniden iyi biri olabilmek için. Önce kendime iyilik, güzellik yapacağım. Sonra yeniden başkalarına da.

İşte bu nedenle her yazının sonunda kendime soracağım: "Bugün kendin için ne yaptın?" diye. Özel ve değişik bir şey olması şartım var sadece, şimdilik. Gündelik rutinimi kırmak ilk hedefim.

Bütün bunları yazdım ama hızımı alamadım. Başlıkta da yazıyor nasılsa, "Açayım konuyu dursun kenarda" diyerek yeniden editliyorum böyle.

Bugün yapacaklarım:

  • İşyerinde kafamı kurcalayan, eksik kalmış, ıvır zıvır bütün işler tamamlanacak. Hadi bakalım. Sonuç: Hallettim bile. Kırk dakika sürdü sürmedi toparlandı işler. O kadar da yarım değilmiş zaten hiçbiri. Bir iki mail, birkaç telefon bitti gitti işte. Kafam rahatladı. A, iyi oluyormuş ödev vermek kendime yahu:) Şimdi ne ödev versem? Tamam:
  • Masadaki kağıt yığınını tasnif etmek! Ha ha! Nasıl ödev ama? Off, zor iş ama bu! Günlerdir erteliyorum. Hadi kızım Turuncu. Bakalım yapabilecek misin? Birbuçuk saat sonraki sonuç: Hala başlayamadım:( Ama bi dakka, yapacak bir sürü iş vardı da ondan erteledim (Yalaan) Yalan malan değil. Yemek yemeyecek miyiz yani? Yemek yedim, yürüyüş yaptım (Ooh, canıma değsin. Ne de iyi yaptım bunu) Sonra bloguma sayfada kaç kişinin bulunduğunu öğrenebileceğim bir zımbırtı ekledim. Bunu Tarçın'ın Mutfağı'nda görüp ekledim. Teşekkürler ona. Çok şirin bir sayfa bu arada orası da, değil mi? Unutmadan bana blog okumayı sevdiren Dory'nin sayfasında da görüp bir counter eklemiştim sabah bloguma. Çok teşekkür ederim Dory. Hem mesajın hem de blogun için. Sen benim numero unomsun bu alemde. Yazmaya devam et hep e mi? Neyse, görüldüğü üzre epeyce iş yaptım o birbuçuk saatte, dolayısıyla tembellik yok, direniş var. Bitecek o kağıttan kuleler az sonra biteceeeek! Hadi yavrum Turuncu! Birbuçuk daha saat sonraki afferimlik sonuç: Bitti. Kağıttan kuleler yılıkldı işte. Üç çay, üç sigara içildi bu arada. Çaylara aferin de sigaralara cıss diyorum. Demek lazım tabii de çok seviyorum bu mereti, sanki sevilecek şey. (Bu arada kendi hakkımda küçük bir ispiyon: Hani şu iyileştirme çalışmalarım var ya benim, işte onlarda ilerleme sağladıkça arasına koccaman bir iyileştirme olarak sigarayı bırakmayı ekleyeceğim. Aman susun susun duymayayım ama şimdilik. Yavaş yavaş alıştıra alıştıra düzelecek her şey tamam mı?)

Evet, yapacaklarım kısmı bugünlük bu kadar olsun. Hoş, sanki yukarıdaki ertelediğim işleri yaparken zaten yaptığım işler bir yandan birikmeye başlamadı mı sanki? Şimdi de onları toparlamak için geri dönüyorum çalışmaya.

Bu arada sayfama online kişi sayısını gösteren bir zımbırtı koydum demiştim ya, hani en tepede. İşte o koyar koymaz 79 yazdı hemen. Şimdi de 129 kişi var sayfada diyor. Alttaki free counter olayı ise sayfamı 9 kişinin ziyaret ettiğini gösteriyor an itibariyle. Hangisi perhiz bunların hangisi lahana turşusu anlamadım ki ama ben

Yarının güzelliği için kendime ev ödevidir: Yemek yapmaya üşenilmeyecek, evde sağlıklı bir yemek hazırlanıp o yenilecek. An itibariyle bastırmış bulunan "Ay uğraşmıyım şimdi" diyen o sese kulak veren Turuncu şöyle olsun böyle olsun. Evet, benim de kilo takıntım var. Evet, kotuma girmek istiyorum.

- Bugün kendin için ne yaptın ya Turuncu?

- Bu sabah üşenmeyip simit ve peynir aldım. Kahvaltımı bunlarla yaptım.

- Güzel havada yarım saat yürüdüm. Mutlu oldum ben:)

Unutmadan dünkü kendime güzelliğim de bu blogu açmak olmuştu.


Sabah uyandığımda aklımdaki şarkı: Geceler düşman- Gülay

Okuduğum kitap: 'Claudette' Diye Biri- Alain Bosquet- Can Yayınları

Başlarken

Bir haftadır blogları okuyorum. Bunca zamandır internette gezinip de blog olayını yeni keşfetmek ancak benim gibi bakarkör birine mahsustur herhalde.

Adımı Turuncu Elma olarak seçtim. Sebeb-i hikmeti şudur: Bu aralar kendimi elimde bir elma varmış gibi hissediyorum. Gelen geçen "Hımm, portakal" diyor elmama. "Ne portakalı canım? Elma bu" dediğimde kıyamet kopuyor.

Başlarda inatla "Elma da elma" diye tutturuyordum; iletişim kurabileceğime dair umudum ve iletişim kurmayı isteyecek kadar enerjim vardı. Şimdilerde ruh halime (yahut da adamına) göre "Hee," diyebiliyorum. "Ya, evet bir portakal. Hatta karpuz ulan bu. Sen ne istersen öyle olsun. Bana bulaşma da aman!"

Ama içimden "Sen ne dersen de," diyorum. "Bal gibi de bir elmadır bu. Dünyadaki bütün gerizekalılar biraraya gelseniz de bir elmayı portakal yapamazsınız nasılsa."

Anlayacağınız elmanın elma olduğunu bildiği halde baskıdan ve yalnız kalmaktan bunalıp ona portakal diyen garibanlardan biriyim ben. Kendi doğrusunun kimsenin işine yaramadığını fark ettiğinden -o doğruya olan inancını yitirmese bile- dillendirmekten vazgeçmiş bir turuncu elma. Ve çok şükür ki portakal taklidi yapsa da hala bir elma.

Ey dünyanın bütün uyumlu taklitçileri: Armut olmaya zorlanmışlar, kavun maskesi takmışlar, bencileyin mecburi portakallar. Siz de elma dersem çıkar mısınız ortaya? Dedim bak:

Elmaaaaaaaaaaaaaaa!